Gerçek iman, yalnızca kulaktan duyulan bir tasdikten ibaret değildir; akıl ile delillerini görmek, dil ile açıkça söylemek ve kalp ile de muhabbetle tamam olur.
Tahkikî iman ise bu üç cephenin birlikte işlemesidir: Akıl hakikati idrak eder, dil onu ikrar eder, kalp ise muhabbet besler. Tarafsız ve artniyetsiz bir yaklaşım, bu çıkarımdan başkasına yol bulamaz.
Nice akıl sahipleri vardır ki, Allah’ın varlığını delillerle gördüğü hâlde dilini susturmuş ya da dilini hakikat yerine kalbinin bağlandığı yalana hizmet için kullanmıştır.
Ve nice filozoflar, bilim insanları vardır ki, “Allah” dememek için “Tabiat Ana,” “Evren,” “Üstün Akıl” veya “Karanlık Madde” gibi ifadelerin ardına sığınmış; idrak ettikleri hakikati ikrar edememiş, hasılı muhabbet seviyesine geçememişlerdir.
Bazıları ise bir yaratıcı olduğu düşüncesine yaklaşsa da, doğruyu tam olarak bulamamıştır.
Tek ve üstün bir yaratıcı bulunduğunu akletmiş; ancak O’nun kim olduğunu bilememiş, hakikatten uzak, yanlış inançlara sapmıştır.
Bugün ise bilimsel ifadeler ve sözde ispat çabalarıyla, Bir Yaratıcı’nın varlığı tamamen silinmeye çalışılmaktadır.
“Evren kendi kendini yarattı,, “Tabiat bunu kendi yaptı ve idare ediyor,” “Karanlık madde düzeni sağlıyor,” “Üstün akıl kanun ve kurallarla idare ediyor” gibi sözler, modern çağın hakikati perdelemeye, gerçeği gizlemeye çalışan, yaratıcı yerine farklı bir sebep göstermeye çalışmaktan başka bir şey değildir."
Entelektüellik yarışında, aklın ve mantığın delillerine inandığını iddia eden; fakat neredeyse hiç kitap okumamış, birkaç videoluk bilgiyle yetinen, sorgulama ve yargılama yeteneğinden mahrum, dinden hızla uzaklaşan gençler, bu art niyeti görememektedir.
Sorgulayan bir aklın önüne serilen kâinat, baştan sona bir matematik, düzen ve uyum tablosudur.
Her atom, her galaksi, her hücre birer mühür gibidir; “Bu eser sahibini gösterir” diye haykırır.
Böyle bir akıl sorar: “Bu varlıklar kendi kendine mi olabilir?”
İşte bu soruya en net cevabı, aklın idrakini, dilin ikrarını ve kalbin muhabbetini bir araya getiren eşsiz bir iman rehberi olan Risale-i Nur verir. Bediüzzaman Said Nursî, asrımızın en yaygın şüphelerini ve inkâr argümanlarını, hem aklı hem kalbi tatmin eden güçlü delillerle cevaplar."
"Risale-i Nur’un en büyük özelliği, kuru mantık oyunları ve laf kalabalığına başvurmadan; kâinat kitabını okuyarak imanı temellendirmesidir. Bir atomdan galaksilere kadar her varlığı, bir sanat eserinin ustasını gösteren mühürler gibi ele alır; şeksiz şüphesiz, iki kere ikinin dört etmesi derecesindeki kesinlik ve sadelikle ispat eder."
"Sözler ve Kur'ân'dan gelen Nurlar; aklıma ders verdiği gibi kalbime de iman hali telkin ediyor, ruhuma iman zevki veriyor ve hâkeza…" ¹
Günümüz gençliğinin yaşadığı en büyük problem, art niyeti sahte âlimlerin silik bilgi kırıntılarını hakikat zannetmesi ve derin tefekkürden uzak kalmasıdır. Risale-i Nur, bu sığlığı gidererek, taklidî imanı tahkikî imana dönüştürür.
Çünkü iman yalnızca “bilmek” değil, hissederek yaşamak ve hakikati anlamaktır.
1- Mektubat, 28. Mektup.