Zaman zaman belgesel programlarında biten meslekler, artık günümüzde yapılmayan mesleğin tek kalan temsilcisi gibi etiketlerle meslekler ve sahipleri yayınlanıyor.
Semercilik, bakırcılık, kalaycılık, demircilik, yemenicilik, kök boyacılığı, hasırcılık, sepetçilik, yorgancılık, şerbetçilik, yoğurtçuluk, radyo tamirciliği aklıma ilk geliverenler... Bazısı tamamen kalkmış, bazısı da can çekişen meslekler...
Sizin de aklınıza düştü mü, merak ettiniz mi ya da? Neden alıcısı olmayan bir malı üretmeye devam edersiniz? Niye bitmiş olan bir mesleği sürdürmek için tıpkı gençliğinizde olduğu gibi bir şevk ve enerjiyle aynı saatinizde kalkıp işinizin başına oturursunuz? Her şeyin madde, her yerin sıkılganlık olduğu böyle bir zamanda, nedendir bitmiş olan bir mesleğe bu kadar özverili yaklaşmak?
Belki mesleğine vefa, belki bunca zaman ekmeğini yediği mesleğinden vazgeçememe, belki de değişik bir bağ işte yeni nesilin farkedemeyeceği. Zaman değişti, insanların ihtiyaçları değişti, kullanım alanları değişti, kabul. Ama bir şey var işte. Tarımda bile insanlar verim alamadıkları bir yöntemi bir daha denemiyorlar. Toprağı nasıl işleyecekleri bilgisini illa bir uzmana soruyorlar. Çabuk, pratik, işe yarar ne varsa hemen popüler oluyor ve devreye giriveriyor gibi. Gençler zam alamadıkları iş yerinde kalmıyorlar. Ben bunca zamandır burada çalışıyorum, buranın ekmeğini yiyorum deyip duygusal bir bağ kurmuyorlar. İş değiştirmek, meslek ve alan değiştirmek onlar için ürkütücü gelmiyor. Peki senede üç beş işin anca geldiği bu mesleklerden birini icra edenlerin ne zoru var acaba ki, değiştirmiyor işini? O da değiştirebilirdi. Bu iş artık para getirmiyor diyebilirdi. Dememiş. Neden?
Aslında insanların ve hayvanların biyolojik bir dengesi olduğu gibi toplumların da bir dengesi vardır. Nasrettin hocaya sormuşlar.
Hocam insanlar niye sabah kalkınca bir o yana bir bu yana gider? Hoca olur mu demiş, bütün insanlar aynı yöne gitse dünyanın dengesi bozulur, mazallah devriliverir.
Latife işte. Ama bir hakikate de parmak basıyor elbette. İnsanların hepsi aynı düşünseydi, aynı yollara gitselerdi belgeselciler bu programları yapmayacak, biz böylesi yazılar yazmayacaktık. Ama daha da özeli bazı insanlar yerlerinde sabit-kadem duruşlarıyla, bazen vefadan, bazen alışkanlıklarından, bazen de yapacak başka şeyleri olmadığından eski mesleklerini yapmaya devam ediyorlar. Para kazanma, çok para kazanma hırslarını, aç kalır mıyım endişelerini, aman ne gerek var, alan yok satan yok zaten diyen tembelliklerini bir kenara bırakmışlar, hayat yolu, ömür yolu olarak böyle bir yol seçmişler. Bu insanlara bakarsanız, ölene kadar bu işlerini yapmaya devam ettiklerini görürsünüz. O meslek onunla toprağa gömülür. Toplumun dengesini sağlayan unsurlar da hep bu yaklaşımla ayakta kalır.
Şöyle bir durum da var. Özellikle sanat alanında bitmiş ya da bitirilmiş gibi duran meslekler, daha sonra yeniden icracılarını bulabiliyor, popüleritesini artırarak insanların dikkatini çekmeyi başarıyor. Nakkaşlık, ebru, hat ve tezhip sanatkarlığı, çömlekçilik, ciltçilik gibi. Şimdilerde pekçok halk eğitim merkezlerinde, bu işlere özel merak saran insanların açtıkları özel kurslar sayesinde bu meslekler de ilgilisini bulup kendini bekaya taşıyor. Ama zamanında, -özellikle Cumhuriyet döneminin yeni devlet yapılanmasına gidip eskiye ait her sanatı bitirdiği dönemlerde- bir ya da iki temsilcisinin olduğu, onların da bildiklerini bir tane öğrenciye aktarabildiklerini düşünürsek, geleneksel sanatların şu an için çok çok iyi bir yere geldiğini söyleyebiliriz.
Demek ki bir kişi var mesleği bilen, bir kişiden ne olur dememek lazım. Bir kişi dane olur, binler dane mahsul olur. Yeter ki mesleğin icracıları gönüllerini verebilsinler.
Biten meslekler de bence bitmiş değiller. Birilerinin hatıralarında, belleklerinde, bir toplumun bilinçaltında, kılcallarında, yapıtaşlarında oldukça, isimleri olmasa da, icra edilmeseler de, kültür yapımıza katkıları olduğu muhakkak. Çünkü toplum hafızası silinmez ve unutulmaz. Sadece saklanır.