İnsanın duyguları kendine verilen en aziz hediyelerden..
Bunlardan en temel olanlardan biri de korku.. Korku duygusu insanın kendini koruması, tehlikeyi sezmesi ve ona göre önlem alması, canını tehlikeye atmaması için verilmiş. Peki bir korku imparatorluğu kurmak ne demek?
Herkesin kendine göre korkuları farklıdır elbet. Kimisi aç kalmaktan, kimi makamının elinden alınmasından, kimi parasını kaybetmekten, kimi ailesine zarar gelmesinden, çoluk çocuğunun ölmesinden, yalnız kalmaktan, dışlanmaktan korkar. Hasılı maddi manevi pekçok korkular var. İşte bu korkuların tek bir yere bağlanmasına, manipülasyonla tek adama, tek rejime, tek şahsa bağlanmasıyla oluşan yere korku imparatorluğu diyoruz. O giderse herkes korktuğu şeylerin içine düşüverecektir çünkü. Korkularıyla başbaşa kalıverecektir. O giderse ülke yıkılacak, kendimize göre kurduğumuz o güvenli(!), hususi fanusumuz çöküverecektir mazallah.
Ama bir şey daha var. Korku, vehme dayanır. Kafamızdadır, kafamızdaki kendi kurduğumuz bağlarımızdadır. Bir şeylerden korkar ve buradan bana zarar gelebilir ihtimaliyle oraya gitmeyiz. Belki de gelmeyecektir ama o vehmî zarar düşündüğümüz yer, bizi kendi güvenli alanımızda tutarak emniyette hissettirir. Korku, hissîdir. Bazı işaretlerin bağını kurarak kendimizce kafamızda kurgular ve tamamlarız. Ve olmuş gibi düşünüp korkarız.
Evde yalnızken duyduğumuz tıkırtılar bizi korkutur. Yalnız olmadığımız zamanlarda da o sesler vardır ama kulağımız duymaz, hatta algılamaz bile. Ama yalnızlık korkusu, zarar gelme, korunmasız olma hissi, bütün bedenimizi teyakkuza geçirir ve bütün sesleri duyar, bütün şeyleri görür hale geliriz. Gerginizdir ve bu gerginlik bizi ani çıkan seslere karşı daha da hassaslaştırır. Korku aslında bizi normal halimizden çıkarır, panik haline dönüştürüverir. Herşey aynıdır aslında, ama biz panikte olduğumuz için her yerden tıkırtılar geliyor gibi duyarız.
Bu, korkunun normal gelişme seyri. Bir de korkutma, korkutulma ve korkutarak, o panik halinden istifade ederek insana istemediği şeyler yaptırma hali var ki, işte o tam olarak bahsini ettiğimiz korku imparatorluğu tanımını kapsıyor. İnsan kişisel olarak kendini güvende hissetmek istediği kadar, ülke olarak da güvende hissetmek istiyor. Nasıl vehme, boş şüpheye dayanan korkular bizi farklı algılatıyorsa, ülkemiz açısından da öyle. Altı boş, hiçbir veriye dayanmayan, sırf manipülasyon ve karşı tarafa zarar vermeye odaklı vehmi korkular, bizi birilerinin kucağına atar, onlar neyle korkutursa ona göre hareket etmek zorunda hissederiz. Akıl devre dışı kalır, sağduyu ortadan kaybolur. Korku ve panik hali, ani refleks geliştirdiğimiz bir haldir. Hızlı karar alır ve uygularız. Kararları aklımızın muhakemesine pek sunmayız. Çünkü korku, buna çok da fırsat vermez.
İlk evlendiğimiz sıralarda, eşim işi gereği sık sık şehir dışına toplantıya gidiyordu. Ben de yalnız kalıyordum haliyle. Balkon panjurluydu ve rüzgâr her estiğinde tıkır tıkır sesler geliyordu. Ben, hırsızlar geliyor korkusuyla sabaha kadar ışığı yakıp beklediğimi biliyorum. Eşime ben korkuyorum deyip bu olayı anlattığımda demişti ki, ‘hırsız karşına dikilip ben hırsızım diyene kadar korkma! Ondan sonra korkabilirsin. Ama birşey olmadığını göreceksin.’ O zaman garip gelmişti bu çözümü ama, daha sonraki gidişinde bu söylediğini uyguladığımda, rahatladığımı hissettim. Kendimi yatıştırmayı öğrenmiştim çünkü. Panjur sallanıyordur deyip uyuyordum ama hikayenin bir de mecaz boyutu var. Çıkardığım ders diyeyim ya da. Korku kaynağım, müşahhas, görünür, elle tutulur, gözle görülür bir hale gelmeden korkmanın anlamsızlığı...
Bu, kendimiz için de böyle, ülkemiz için de...