Karşımda heyecanla konuşan arkadaş: “Bu son şansımız arkadaş” diyor. “İç ve dış düşmanlar birleşmiş devirmeye çalışıyorlar.
Hepimizin oyunu bu partiye vermemiz lâzım. Bu iman meselesi!..” Hay Allah!.. Demek ki bu parti iktidara geldi geleli imanımız varmış!.. Bir iktidardan düşmeye görsün alimallah ‘imansız’ kalacakmışız!..
Hem geçen seçimde parti yetkililerinin de ifade ettiği gibi, “Hilal ile haçlının mücadelesi” imiş. Yani Müslüman – kâfir mücadelesi… Yani bu partiye oy verenler Müslüman, diğerleri kâfir… Vay başımıza gelene… Yahu bunlar gömlek mömlek değiştirip iktidara gelmişlerdi. Gömlek değiştirmeden önce kendilerine oy vermeyenleri ‘patates dini’nden falan sayıyorlardı. Demek o zaman merhamet ediyorlarmış!.. Muhafazakâr demokrat olunca işler değişmiş de haberimiz yokmuş. Siyaseti İslam diniyle kotarmaya çalışanların ‘muhafazakâr demokratlığı’ demek ki böyle oluyormuş.
Arkadaşıma dinin koruyucusunun bizzat Cenab-ı Allah olduğunu; böyle bir yetkinin peygamberlere bile verilmediğini anlatmaya çalışıyorum. Hem imanın şartlarının belli olduğunu; bu şartların içinde bir partiye oy vermenin olmadığını, ayrıca bizim dinî bir otorite değil, demokrat bir siyasî idareci seçtiğimizi; bu idarecinin de ehliyeti nispetinde millete hizmetkârlıkla mükellef olduğunu falan boş yere anlatmaya çalışıyorum. Çünkü o iğnesi takılan bozuk plak gibi “Ben onu bunu bilmem arkadaş bu partiyi desteklememiz lâzım.” diye tekrarlayıp duruyor. Hemen aklıma Bediüzzaman Hazretlerinin ‘dinde hassas muhakemeyi akliyede noksan tuti kuşu (papağan) misüllü kardeşlerim’ benzetmesi geliyor ve ne kadar haklı olduğunu anlıyorum. Ayrıca Bediüzzaman Hazretlerinin bu zamanda siyaset ile İslam dinine neden hizmet edilemeyeceğini mevcut iktidarın uygulamaları ile hakkalyakin bu millete gösterdiğine inanıyorum. Çünkü bu milletin en az yüzde elli kısmını; kendi taraftarlarını üstün göstererek kendilerine düşman ve dolayısıyla güya savundukları fakat fiilen uygulamadıkları İslam dinine düşman ettiler. Ne korkunç bir cinayet!..
Oysa tarafgirlik damarı bu derece körüklenmese ve İslam dini her türlü hal diliyle yani sözde kalmayıp bizzat yaşanarak gösterilseydi daha güzel olmaz mıydı? Hırsızlık, yolsuzsuzluk, menfeatpereslik, gurur, kibir, baskı, zulüm, zorbalık, azınlık ta olsa insanları küçümseyip haklarını gasp etme dinin hangi hükümlerinde var? Peygamberimizin (asm) hangi uygulamaları buna cevaz veriyor? Peygamber Efendimiz (asm) İslam dinini böyle mi sevdirmiş?
Bunlar din adına ortaya çıkmadıklarını söylüyorlar. Fakat propagandaları hiç de bu söylemi desteklemiyor. Hatta iktidarda kalmak için her yol mubah anlayışı hâkim. Haydi din adına ortaya çıktıklarını kabul edelim. Bediüzzaman Hazretleri din adına ortaya çıkanlarda ‘asıl gayenin İslamiyet aşkı ve dini hamiyet olması’ gerektiğini ifade etmektedir. Eğer ‘asıl maksat ya da üstün gelen gaye siyasetçilik veya tarafgirlik ise tehlikelidir’ demektedir. Çünkü ‘ilki hata da etse belki affedilir, fakat ikincisi isabet de etse mesul olur’ demektedir.
Asıl gayenin siyasetçilik ve tarafgirlik olduğunu nasıl anlarız? Diye soranlara da ‘kim günahkâr siyasetdaşını dindar muhalifine su-i zan bahaneleriyle tercih etse gayesi siyasetçiliktir. Hem umumun mukaddes malı olan dini inhisar ( tekeline almak) zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle kuvvetli bir çoğunlukta dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise maksadı tarafgirliktir’ demektedir.
Demek bu partililer din adına ortaya çıkmayı da becerememişlerdir. Ki din adına ortaya çıkmanın da dinî bir ölçüsü ve zamanı olduğunu kaale almamaları bunu göstermektedir.
Sonuç olarak tarafgirlik damarını tahrik ederek bir müddet daha iktidarda kalmayı başarabilseler de bu hırsın milletimize ve dinimize verdiği zarar korkunç olacaktır. Ne yazık ki böyle azim bir günahı dünyada temizlemek mümkün olmayacaktır.