Nasılsınız, diye soran birisine “hamd olsun” diye cevap verdiğimizde, dilimizle hamd etmiş oluyoruz. Namazdan sonra tesbih çekerken, 33 defa lisanen “elhamdülillah” demiş oluyoruz. Bir nimet karşısında “çok şükür, hamden lillah” diyerek veya benzeri şekilde mukabelede bulunduğumuzda, yine lafzen hamd etmiş oluyoruz.
Peki, “hamd” bundan mı ibarettir? “Hamd”in anlamı nedir, nasıl anlaşılmalı, nasıl hallenmeli, nasıl yaşanmalıdır?
Sözlükte “hamd” başlıca üç anlama geliyor: takdir etmek, övmek ve memnuniyet duymak. Dinî bir terim olarak ise Yaratıcının yüceliğini takdir edip sena etmek, uluhiyetine karşı uygun şekilde övüp medihte bulunmak, tecellileri karşısında ise sevinip memnuniyet duymak “hamd” olarak açıklanıyor.
Bu tanım “hamd”in çok geniş bir alanı kapsadığına işaret ediyor.
İçinde yaşadığımız kâinatın uçsuz -bucaksız büyüklüğünü, bu büyüklüğü ile beraber mükemmel işlediğini düşündüğümüzde, Yaratıcısını aklen ve hissen takdir edip senada bulunuyorsak ve bunun gerektirdiği davranışları kuşanmaya çalışıyorsak akıl, his ya da duygu ve amellerimizle hamd etmeye başlamış oluyoruz.
Hayatın akışı içinde, bir sanatkârı, diyelim ki bir ressamı, bir şairi yahut bir mimarı methetmek, onu övüp takdir etmek ancak onun sanat eserlerini inceleyip eserlerinde yansıyan özelliklerini fark ettiğimizde gerçekleşiyor. Aksi halde hayali bir medih söz konusu oluyor. Hiçbir eserini incelemeden bir mimarı takdir edebilir miyiz? Hiçbir şiirini okumadan bir şaire medh ü senada bulunabilir miyiz?
Asla!
Bulunursak hayali, temelsiz, ezbere bir takdir ve medih olur!
Öyleyse gerçek manada takdir ve medih yani “hamd”, nasıl olmalı ve nasıl iç dünyamıza yerleştirmeliyiz?
İnsanî özelliğimizin gereği üzerinde gerçekten ciddiyetle durulması ve anlaşılması gereken bir konu değil midir?
Konuya biraz daha eğilelim İnşaallah.