Allah’a hamd etmek, O’nun sanat eseri olan öncelikle kendi varlığımızı, daha sonra da her türlü güzel ve mükemmeliyetiyle içinde yaşadığımız şu âlemi, âlemdeki varlıkları, varlıklardaki muhteşem güzellik ve özellikleri fark etmeyle alakalı görünüyor. Fatiha suresinin ilk ayetinde, “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” diyoruz. Eğer âlemdeki güzelliği, güzellikleri, sanat özelliklerini, estetiği müşahede etmiyorsak, edemiyorsak, insaniyetimizle bunu görmüyorsak, göremiyorsak, Allah’a olan hamdimiz lafızda kalır, lafızda kalıyor. Tıpkı hiçbir eserini görmediğimiz, incelemediğimiz bir mimar hakkında, “bu çok büyük bir mimardır” dememizin kuru lafızdan ibaret kalması gibi.
Bu yönüyle gerçek anlamda “hamd etmek” evreni, hiç değilse gözlem alanımıza giren varlıkları Yaratıcısı/Sanatkârı adına incelemekten geçiyor. Şüphesiz bu incelemede sınır yoktur. Bir yıldızın ışıklarını, bir kuşun kanatlarını, bir ağacın güzelliğini, bir çiçeğin desenlerini… Sanatkârı adına yüzeysel de olsa gözlemeden, burada yansıyan güzellikleri görmeden Allah’ı takdir ettiğimizi ifade edemeyiz. O’nu takdir etmek doğrudan doğruya onun eserlerindeki “kemali”, mükemmelliği görmeye bağlı bir keyfiyet olarak karşımıza çıkıyor.
Aynı şekilde “memnuniyet duyma” anlamındaki “hamd”in gerçekleşmesi de ilahi sanatları gözümüzle fark etmemize, yiyecekleri dilimizle tatmamıza bağlı bir vasıf taşıyor. Memnuniyet dediğimiz olay fark ederek, görerek, tadarak ulaşılacak bir sonuç. Dünyaya gelişimizi yokluğumuza kıyasladığımızda içimize dolan memnuniyet ve bu memnuniyetin Hakk’a yöneltilmesi, evet, tam bir “hamd ameliyesi”dir. Sahip olduğumuz imkânların kıymetini bilip bunlardan Gerçek Kaynak’a referansta bulunarak sevinmek, hoşlanmak, lezzet almak, memnuniyet duymak “hamd ameliyesi”dir.
Daha açık bir ifadeyle, bir kimsenin bir meyveyi yerken, diyelim ki bir incir ya da bir üzüm tanesini eline alıp, seyredip, itina ile ağzına koyduğunda gözüyle gördüğü ve diliyle tattığı güzellikten Yaratıcısı adına hoşnutluk duyması “hamd” anlamına geliyor. Aldığı lezzeti Yaratıcısını hesaba katmadan sebeplere yahut meyvenin kendisine veren bir kimse “hamd etmediği” gibi, meyvedeki güzelliğe ve tada aldırış etmeksizin ağzından “elhamdülillah” çıkan kimse de diliyle “hamd etmiş” görünse de gerçek anlamda “hamd etmiş” olmuyor.
“Gerçek Hamd” üzerine biraz daha yoğunlaşmak gerekiyor.
Devam edelim mi?
İnşaallah.