Biri; hakikî mânada demokrasiyi esas alan ve hayata uygulayan demokratik yönetimler, diğeri; demokrasinin olmadığı ya da şeklen var olduğu tek kişi veya zümre hâkimiyetine dayanan müstebit yönetimler.
Demokratik yönetimlerin iş başında olduğu ülkeler, fen, sanat ve teknolojide ileri, insan hak ve hürriyetleri, medeniyet ve refahta dünya sıralamasının üst taraflarında yer alan devletlerdir.
İslâm devletlerinin içinde bulunduğu, demokrasinin olmadığı veya şeklen var gözüktüğü, istibdada dayalı yönetimlerin iş başında bulunduğu ülkeler ise, fen, sanat ve teknolojide geri, hak ve hürriyetlerin ihlâl edildiği, toplumsal gerilimlerin yaşandığı, medeniyette ve refahta dünya sıralamasının alt seviyesinde yer alan sıradan devletlerdir.
Hal böyle iken demokrasiye karşı çıkmak, bir mânada antidemokratik, müstebit idarelere taraf olmak demektir. Ne yazık ki, İslâm dünyasında olduğu gibi ülkemizde dindar kesimin çoğu, demokrasiye soğuk bakmaktadır. Şüphesiz bunun birçok sebebi vardır.
Önemli bir sebep; kendi içinde demokrasiyi uygulayan Batılı devletlerin, maddî menfaatlerini tercih ederek dünyadaki ve İslâm âlemindeki antidemokratik zalim rejimlere karşı çıkmamaları, onlara açık veya gizli şekilde destek vermeleridir.
Diğer bir mühim sebep; toplum çoğunluğunun demokrasi meselesinde yeterli bilgiye sahip olmaması, istibdat ile demokrasinin farkını pek kavrayamamalarıdır.
Haddizatında istibdat zincirlerinden kurtulmak için demokrasiyi talep etmek ve onda ısrar etmek, dindarlar dâhil toplum çoğunluğunun menfaatinedir.
Diğer bir husus ne yazık ki Türkiye, maddî manevî ilerlemesinin yolunu tıkayan Kemalist ideolojisinin cenderesi içinde kıvranmaya devam etmektedir. Kendi dinamikleriyle bu cendereden kurtulması çok zor görünmektedir. 1950’lerde olduğu gibi, ancak demokratik ülkelerin (AB gibi) desteği ile demokrasiye geçmesinden başka bir yol görünmemektedir.
1950 ve sonraki süreçte ülkemizde Adnan Menderes ve Süleyman Demirel liderliğinde kurulan Demokrat idareler, ülke için olduğu gibi, dindar kesim için de hayırlı sonuçlara vesile olmuştu. O dönemlerde devletimiz ekonomik yönden kalkınırken, adalet, insan hak ve hürriyetleri, siyasî baskı olmadan din hizmetlerinin rahat yapılması yönünden şimdikinden çok iyi bir durumdaydı.
Sözün Özü: Geçmişte ve günümüzde yaşanan tecrübeler gösteriyor ki; dindar kimlikli de olsa müstebit, baskıcı, otoriter yönetimden, ondan nemalananlar dışında kimseye pek hayır gelmez. Böylesi yönetimlerden kurtulmak için samimî bir şekilde demokrasi talebinde bulunmak, sonra bunun ülkede tesisini gaye edinen gerçek demokrat güçlere destek vermekten başka çare gözükmemektedir.
Ne yazık ki ülkemizde, dindar kesim içinde bu işin farkında bulunup demokrasi talebinde bulunan ve bu yolda demokrat güçlere destek veren Yeni Asya camiasından başka da görülmüyor.