Din âlimleri ve din hizmeti yapan müessese ve grupların devletten bağımsız, siyasîlerin müdahalesine kapalı özerk bir yapıda olması asıldır.
Aksi halde bunların yaptıkları hizmetler toplum nezdinde etkili olmaz ve onlardan beklenen netice tahakkuk etmez.
İslâm Tarihinde Abbasîler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde din âlimleri ve dinî hizmet yapan medreseler - istisnalar hariç – hep bağımsızdı. İdareciler, onlara destek vermekle beraber müdahale etmezlerdi. Onları kendilerine biate zorlamazlardı.
Hakikî Demokrasi ile idare edilen Doğu ve Batı ülkelerinde benzer bir durum vardır. Oralarda devlet ve siyasîler, kiliselere ve din işlerine karışmazlar, dinî kurumlar üzerine baskı kurup dini siyasetlerine alet etmezler.
Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti, Demokrasi yerine tek kişinin ideolojisine bina edilen müstebit bir yapı üzerine kurulduğu için, - aynı hal devam etmektedir- din dâhil ülkede devletin kontrolü haricinde hiçbir sivil kuruma ve faaliyete müsaade edilmemektedir.
Vatanın ve milletin menfaatine de olsa, devlete ve siyasîlere biat etmek istemeyen, bağımsız din hizmeti yapmak isteyen Cemaat ve Tarikatlara iyi nazarla bakılmamaktadır.
DEMOKRAT OLMAYAN SİYASÎLER DİN HİZMETLERİNİ RAHAT BIRAKMAZ
Adnan Menderes ve Süleyman Demirel liderliğindeki Demokrat idareler hariç, ne yazık ki her dönemdeki siyasîler, dinî hizmet yapan kurumları rahat bırakmadıkları görülmüştür.
Başta Diyanet olmak üzere, Cemaat ve Tarikatlar, ya 27 Mayıs 1960, 28 Şubat 1997’de olduğu gibi faaliyetlerinin engellenmesi için ya devlet baskısı altına alınmışlar, ya da günümüzde olduğu gibi değişik yollarla politize edilerek hâkim siyasîlere biat etmeye zorlanmışlardır.
Bugün, Türkiye’de çok sayıda Cemaat ve Tarikat yanında, devasa bir bütçeye sahip 80 bin camisi, 200 bin elemanı olan bir Diyanet teşkilâtı vardır. Ülkemizde iman ve ahlâk alanında terakki ve atılım olması gerekirken, ne yazık ki toplumda korkutucu bir maneviyat krizi yaşanmaktadır.
Bizce bunun en büyük sebeplerinden biri; devletin ve hâkim siyasîlerin onlara müdahale etmesi yüzünden bu yapıların toplum nezdinde etkili olmamasıdır.
Geçen hafta ülkenin bütün camilerinde okunması dayatılan 15 Temmuz hutbesi, mevcut siyasîlerin söylem ve dili paralelinde olması, bizi ve bu siyasîler gibi düşünmeyen sayısız önemli bir cami cemaatini rahatsız etmiştir. Cami çıkışında ve ertesi günlerde “ Bundan sonra hutbeler böyle olacaksa, ben Cuma namazına gitmeyeceğim” diyen çok kişilere bizzat şahit olduk.
Son Söz: Diyanet Teşkilâtının, siyasetin müdahalesine kapalı özerk bir yapıya kavuşturulması acil bir zorunluluktur.
Öyle görülüyor ki Demokrat olmayan siyasîler, dini siyasetlerine alet etmekten ve din hizmeti yapan yapıları politize etmekten kolay kolay vazgeçmeyeceklerdir. Bu durumda bu işin çaresi; onlara desteği kesip Ahrar/Demokrat siyasî güçleri ayağa kaldırıp iktidara taşımaktır.
O takdirde çok şey değişecektir.