Bediüzzaman Said Nursî seksen küsur senelik hayatına çok şey sığdırmış.
İslam’ın mukadderatı ve milletin menfaatini gaye edinerek hareket etmiş, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan çekinmemiş. Tarihçe-i Hayat’taki “Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de” bu sözlerden onun fedakârlığının boyutunu anlıyoruz. Ortaya çıkan olaylara müsbet manada tavır koyarak bigâne kalmamış, mektup yazmış veya destek vermiş. Bediüzzaman Divan-ı Harbi Örfî adlı eserindeki “Nerede bir yangın görsem, onu söndürmeye koştum” sözleri, onun bir aksiyon adamı olduğunu gösteriyor.
Ahrarlar ortaya çıkınca, onların fikir babası Prens Sabahattin’e mektup yazarak yol gösterir, yanlış anlaşılacak beyanatlarını düzeltmesini tavsiye eder. Avrupa’da Ahrar hareketinin temsilcileri olan Jön Türklerin yanlış anlaşılmamaları için “onların ekserisinin hamiyet ve milliyet davasında dürüst ve samimî olduklarını beyan ederek, çoğunun dindar birer Müslüman olduğunu” söyler. Eski Said Dönemi Eserleri’nde gençlik yıllarından itibaren onlara sahip çıktığını ve destek verdiğini görürüz. Bediüzzaman Said Nursî Ahrarlar ortaya çıktıklarında kayıtsız kalmaz, onları diktatör ve hürriyet düşmanı istibdat ehline karşı korur. Haklarında müsbet kanaat oluşmasını sağlar Bediüzzaman.
Şark’ta yaşayan insanların eğitim düzeyinin düşük olmasından kaygı duyan Bediüzzaman, ileride bu durumun suiistimal edileceğini düşünerek okul açtırmak için 1907 yılında Abdülhamit ile görüşmek için İstanbul’a gelir. Eğitim reformları hakkındaki fikirlerini içeren dilekçesini Saray’a vermiş, bu durumdan rahatsız olan saray erkanı onu verdikleri sus payı maaşla İstanbul’dan uzaklaştıramayınca uydurma bir rapor ile “deli” denilerek Toptaş’ı Akıl Hastanesine koymuşlar. Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelmesinin maksadı anlaşılmamıştır.
1908 yılında meşrutiyet ilan edilince Bediüzzaman “Meşrutiyetin İslam’a aykırı olmadığını, dört hak mezhebe uygun olduğunu” ortaya koymaya çalışmıştır. Bir yandan gazete ve dergiler de yazılar yazar, diğer yandan da toplumun her kesimine meşrutiyeti anlatır. Said Nursî “Bediüzzaman” imzası ile doğudaki nüfuzlu kişi ve aşiret reislerine meşrutiyete dair altmış kadar telgraf çekerek “Meşrutiyetin dine zarar vermeyeceğini, aksine dinin inkişaf edeceğini” anlatarak meşrutiyete sahip çıkmıştır.
Osmanlı’nın çöküş döneminde iç karışıklıklar çıkartan dış güçlerin oyunlarını bozmak için Bediüzzaman basın yolu ile gazete ve dergilerde yazı yazarken, diğer yandan da etkili hitabeti ile miting meydanlarında insanlara hitap ederek olayları durdurmaya çalışmıştır. İsyan eden hamalları ve askerleri isyandan vazgeçirmek ister. Çünkü olayın sonucunun Müslümanların aleyhine olacağını, bu nedenle şeriatın yara alacağını ferasetiyle görür. Sonunda 31 Mart olayı olur. Padişah Abdülhamit azledilerek Selanik’e sürgün edilir. Divan-ı Harp’te yargılanan Ahrarların birçoğu idam edilir, birçoğu yurt dışına kaçar veya sürgün edilir. Birçoğu da çeşitli hapis cezalarına çarptırılır. Bediüzzaman ’da yargılanır, beraat ederek Van’ a döner.
Bediüzzaman Van’a döndükten sonra da boş durmaz, aşiretleri ziyaret ederek onların anlayacağı bir dille meşrutiyetin güzelliklerini anlatmaya çalışır. Halkın meşrutiyet hakkındaki sorularına cevaplar verir. Bu soru ve cevapları “Münazarat” ismini verdiği eserde neşretmiştir.
Dayanılması güç baskılara maruz kalan Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı Nur Talebelerine ve Müslümanlara örnektir. Onun hayatının hiçbir anında yeise rastlanmaz, aksiyon ve dava adamıdır.