İnsanlar gözleri ile dünya âleminin varlıklarını, renkleri ve şekilleri gördükleri gibi; basiret gözü ile de eşyaların ve olayların iç yüzünü, manevî âlemdeki hakikatleri görürler.
Bazı kimselerde basiret gözü Allah vergisi (vehbî) olarak doğuştan açıktır; bu insanlar varmak istedikleri menzile, alabora olmadan selametle varırlar.
Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin basiret gözü doğuştan açıktır. Bu insanın basiretinin vehbî olduğunu, hayatının tamamındaki isabetli kararlarından anlıyoruz.
Bediüzzaman’ın 31 Mart Olayı öncesi ile Şeyh Selim ve Şeyh Said olaylarındaki tavrı ve basireti takdire şayandır. Çünkü üç olayın da sonuçları ortada görülüyor.
Anadolu’nun işgal günlerinde Said Nursi Hazretleri, çağrıldığı Ankara’ya geldiğinde “gayet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını” görür ve bunun imanın erkânına ilişmesinden kaygı duyar. (Tabiat Risalesi) Bu hususu basireti ile keşfeden Bediüzzaman Said Nursi, “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset cânibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i’câz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukàbele edilebilir.” (Tarihçe-i Hayat) der ve bu nedenle Ankara’dan ayrılarak iman-Kur’ân hizmetine yönelir.
Demokrasiyi yeniden tesis etmek için değişik dünya görüşlerine sahip 6 parti bir mutabakat içinde iken, bu birlikteliği bozmak için Cumhur İttifakı ve destekçileri “CHP ile aynı ittifak içinde birlikte olunur mu? CHP çatısı altında seçime girilir mi?” gibi sözlerle 6’lı masayı dağıtmak istiyorlar. Özellikle de Millet İttifakı’ndaki DP’yi destekleyen Yeni Asya camiasının tesanüdünün bozulması amaçlanıyor.
İkinci Meşrutiyet öncesinde İttihadçılar Abdülhamit’in baskıcı tek adam yönetiminden kurtulmak için meşrutiyeti tesis etmek, devleti yeni bir anayasaya kavuşturmak ve kapatılan meclisi yeniden açmak istiyorlardı. Sonunda meşrutiyet ilan edildi ve maksat hâsıl oldu.
Bu nedenlerden dolayı Bediüzzaman, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ndeki zatlardan hürriyetçi ve meşrutiyetçi olanlarını desteklerken, istibdad taraftarlarını eleştiriyordu. “İttihad ve Terakki hakkında reyin nedir?” şeklinde sorulan bir soruya: “Kıymetlerini takdirle beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete muterizim.” şeklinde cevap verir. (Münazarat, s. 136) “Fakat emin olunuz ki, onların masonluğa girmeyen kısmının maksatları dine zarar değildir; belki, milletin selâmetini temin etmektir.” (Münazarat, s. 80) sözleri ile iyiyle kötüyü birbirinden ayırır.
Bediüzzaman aynı şekilde CHP’yi de tasnif eder. Otuz senedir kendisine hapislerle ve tazyiklerle sıkıntı veren partiye hakkını helal ederek yapılan zulümleri yüzde beşe verir. Yüzde doksan beşini mesul tutmaz. (Emirdağ Lâhikası, s. 877) Yani o günlerdeki parti politikalarını belirleyen yönetim kadrosunu mesul tutar.
CHP’nin şimdiki yönetim kadrosu da o gün yapılanları yanlış görerek mağdurlarla helalleşmek istiyor. Sanki Bediüzzaman tarafından Hilmi Uran’a yazılan mektuptaki hakikatler tecelli ediyor.
6’lı masa ülkede demokrasiyi tesis ederek tek adam yönetiminin yerine Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi getirmek istiyor. CHP’nin içinde bulunduğu bu ittifakı desteklemek Bediüzzaman’ın meşrutiyet öncesinde İttihadçıları desteklemesine benzemet mi?