İstanbul, her geçen gün kalabalıklaşıyor. Nüfusu resmî rakamlara göre 15 milyon civarında. Gayr-i resmî tahminlere göre 25 milyon. Bu resmî on beş milyon gerçeği yansıtıyor mu? Yirmi beş milyon tahmini ne kadar gerçekçi, bu tahmin nasıl yapılmış?
Evet, güzel İstanbul’umuzun kalabalıklaşması sür’at kesbediyor. Buna bir dur denmeyecek mi? Bu nüfus artışı ve betonlaşmaya bir hâl çaresi bulunmayacak mı? Bunun için herhangi bir şey yapılmadığı gibi, düşünüldüğüne dair bir emare de görmüyoruz. Bilâkis yeşil alanlar tahrip edilmeye devam ediyor. Üçüncü Boğaz Köprüsü dolayısıyla o bölge de imara açılacak, yeşil örtü içindeki hayvanlarla yok edilecek. Rantçılar önceden bölgedeki arazileri ucuza alacak, çok pahalıya satacaklar ve insanlar buralara üşüşecekler. Zaman içinde yaklaşık beş-altı milyon nüfus da oraları işgal edecek.
İstanbul merkez ve taşrasında artık boş alan kalmadı. Avrupa yakasında Tekirdağ’a, Asya yakasında İzmit’e -binalarla, dolayısıyla insan kalabalığıyla- bağlandı. Sözde yeşil alanlar açılıyor ve yapılıyorsa da, yeşil örtü devamlı tahrip ediliyor. İstanbul’da yeşillikler, eski parklarda ve mezarlıklarda kısmen varlığını devam ettiriyor. Hele mevcut ağaçları budama (!) faciası bir başka dram. Budama diye ağacın gümrâh dallarını kütüğüne kadar kesiyorlar. O ağaçların hemen hemen tamamı kuruyor. Senelerce evvel dikilmiş, etrafına güzellik ve serinlik veren bu güzelim büyük ağaçlar nedense ortadan kaldırılıyor gibi geliyor bana. Kimilerinde ağaç düşmanlığı mı var, yoksa bazılarına odun mu lâzım?
Çıkarılan ve tedbir alınmayan orman yangınları da ayrı bir fecaat! İstanbul’un yeşilliğine vurulan en yeni darbeye misâl de, Taksim Parkının ortadan kaldırılmak istenmesini gösterebiliriz. Parkın ağaçlarını sökmek yerine, oradaki mevcut olumsuzluklara mani olmak ve tedbirler alınması çok daha yerinde olacaktır. Yakıp yıkan tahribatçılar da, gerçekten cezalandırılmalı ve verdiği zararlar kendilerinden tazmin edilmelidir!
Boş arazi –kaldıysa- buralara hemen koca koca binalar dikilmeye çabalanılıyor hâlâ. Bu araziler de üstelik iyice azalmış olan yeşil alanlar. Yeni yeni okul binaları da yapılıyor. Pek çok üniversite türedi. Peki, kalite? Buralarda sözde tahsil edilenlerle cahillik azaldı mı, problemlerimize çare bulunuyor mu? Mevcut eğitim sistemimizle yetişen gençlerden bir kısmı devlete, devletin vazifelilerine, vatandaşa ve malına kastediyorlar. Yüzlerine maske takarak eline ne geçirdiyse –molotoflar dâhil- atıyor. Devletin ve milletin malını tahrip ediyorlar. Bunlara karşı ciddî tedbirler alındığına ve cezalandırılmasının vaki olduğuna pek şahit olamıyoruz.
Yirmi sene öncesine kadar, okullarımızda sınıf mevcutları kalabalıktı. Şimdilerde bu sayı biraz azaldı. Ama yine kalabalık sınıflı okullar da mevcut. Eskiye göre sınıf mevcudunun yarısı, hatta üçte birine düşen mevcutlar eğitim kalitesini arttırdı mı? Bu yaz-boz edilen sözde eğitim sistemleriyle daha ne kadar oyalanılacak? Okullarımızdan mezun olanların çoğu, hâlâ niye bir dilekçe bile yazamıyor? En basit meselelerde niye birkaç cümle edemiyorlar? Üniversite mezunlarından niye faydalanılmıyor? Bunlar niye avare avare dolaşıyorlar? Bir iş bulup da kendine ve çevresine faydalı olamıyorlar? Veya bunları istihdam için iş imkânları niçin hazırlanmıyor?
İstanbul’umuzun bu insan kalabalığı, bina kesafeti ve oldukça araba çokluğuyla yaşanırlığı hemen hemen kayboldu. Bence Avrupa yakası bitti. Asya yakası can çekişiyor. İdârecilerimiz ve iş yapması beklenen yetkililer bunun için bir şeyler düşünüyorlar mı? Gerçekten geç de olsa nüfus, bina ve araba kesafetine bir hâl çaresi düşünülmeli ve hemen icrasına girişilmelidir.
Peki, sen niye hâlâ İstanbul’da duruyor ve kalabalık ediyorsun? diyenler olabilir. Haklılar, önce ben burayı terk edip nüfusu azaltmalıyım. Benim ayrılmamla İstanbul rahatlayacaksa bu fedâkârlığı yaparım. Gerçi, başka bir şehre yerleşecek kadar varlığım da yok. Ömrümün en az 45 senesini İstanbul’da geçirdim. 1960’lı yılların başından beri İstanbul’dayım ve İstanbul’u çok seviyorum. İstanbul sevgisi ve alışkanlığı bende giderek –bu menfi ahvâle rağmen- tezâyüd ediyor. İnce fikirli, okur- yazar kısmının İstanbul’da olmasından daha tabiî ne olabilir? Hem nereye gidilebilir, ikinci bir İstanbul yok ki!
Zamanında Osmanlı’nın son dönem ulu padişahlarından birinin, –bazı bölge halkı için- ‘İstanbul’a sokmayın!’ tavsiyesi tutulmadığı gibi, tedbirler de alınmamış. Çeşitli sebeplerle İstanbul’a akın eden -İstanbul’a yakışmayan, dilini ve davranışlarını zerrece değiştirmeyen gabilerin ve dahi çabuk para kazanma yolunu bina dikmekte bulanların doluşmasıyla, dünyanın en güzel beldesi nefes alamaz duruma geldi ve bu menfilik sür’atle devam ediyor. Karadeniz’in yeşilliğiyle övünmenin de âlemi yok. Zirâ; Karadeniz kıyı şeridinin yeşil örtüsünün bolluğu İstanbul’a bir fayda temin etmez.
Daha fazla vakit kaybetmeden boş kalmış mevcut arazi ve yeşil alanların korunması ve halledici tedbirlerin alınması icabediyor. Sokak ve caddeleri dolduran arabalar, dolu vasıtalara itiş kakış binmeye çabalamalar, insandan yürünemeyen kaldırım ve yollarıyla bu şehirdekilere, vasatî de olsa rahat yaşama imkânları sağlanması için âcil bir şeyler yapılmalıdır, vesselâm.