Bilindiği gibi, istişare bahsi açıldığında, birçok derslerle dolu bir tatbikat örneği olarak Uhud Savaşı hep gündeme gelir.
Bu derslerin en çok bilineni ve tekrar edileni, savaş öncesi yapılan meşverette Peygamberimizin (asm) müşrik ordusuna Medine’de müdafaa konumunda kalınarak mukabele edilmesinden yana olduğu halde ekseriyet “Cephede savaşalım” deyince o karara tâbi olması ve sonra onların, “Resulullah’a muhalefet ederek yanlış yaptık, kararımızı düzeltelim” demelerine rağmen bu talebi, “Hayır, bir peygamber zırhını giydikten sonra çıkarmaz” diyerek reddetmesi.
Bu tavır, kendi şahsî fikrine aykırı da olsa istişareden çıkan karara ne pahasına olursa olsun sahip çıkma dirayet ve kararlılığının bir ifadesi.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli inceliklerden biri, kendi görüşünün rağmına çıkan meşveret kararına herkesten fazla sahiplenen kişinin, tartışmasız lider konumundaki Peygamberimiz (asm) olması.
Üstelik heyete teklif ettiği görüşün bir önceki gece gördüğü rüya ile de teyid edilmesi.
Ve onun rüyası bizimkiler gibi değil, sadık. Ama buna rağmen, rüyayı bir hüccet olarak görmeyip, istişarenin kararını ona tercih ediyor.
Çıkan kararı meşveretin diğer üyelerinin de sahiplenmesi önemli, ama özellikle liderin, üstelik kendi görüş ve teklifine aykırı olduğu halde, heyet iradesine teslim olması çok daha anlamlı.
Bu, hepimizin örnek alıp kendi hayatımızda da hassasiyetle tatbik etmemiz gereken bir tavır.
Ve “İman ne kadar mükemmel olursa o derece hürriyet parlar” diyen Bediüzzaman’ın, hemen ardından, “İşte Asr-ı Saadet!” diyerek gösterdiği adresteki muhteşem örneklerin en güzellerinden biri.
Bir diğer nokta da, cephede savaştan yana olanların çoğunu, Bedir Harbine katılamamış tecrübesiz gençlerin oluşturması; onlara “Siz anlamazsınız” denilmeyip, söz ve oy hakkı verilmesi ve nihaî kararın, onların oyları ile şekillenmesi.
Uhud Savaşının sonraki safahatında yaşananlardan çıkarmamız gereken diğer derslere ayrıca bakalım.