AKP-cemaat kavgasında taraflar birbirlerini kendilerine karşı “psikolojik harekât” yürütmekle suçlarken, buna paralel olarak Ergenekoncularla ittifak kurmakla itham ediyorlar. Ve iki tarafın da derin labirentlerde hatırı sayılır bir güç birikimine sahip hale gelmiş olması, dışarıdakilerin bu konuda net bir ayrım yapmasını zorlaştırıyor.
Ama “Hâlâ mı darbe?” yazımızda anlatmaya çalıştığımız gibi, bu tabloda AKP’nin ulaştığı konum, cemaate atfedilen yapıyla kıyas kabul etmez bir üstünlük ve avantajı ifade ediyor.
Meclis çoğunluğuna dayalı bir tek parti iktidarı, hükümetle uyumlu bir cumhurbaşkanı, iktidar üzerindeki asker ve yargı vesayetinin önemli ölçüde geriletilmesi, bürokrasiye hakimiyet, üniversitelerin muhalefet odağı olmaktan çıkması, sermayenin iktidarla iyi geçinme moduna girmesi, güçlü medya ve STK desteği.
Vaktiyle seçilmiş iktidarlara karşı kullanılan MİT’in, bugün müsteşarı üzerinden tamamen Başbakana bağlı bir konuma getirilmiş olması.
Gücün adeta yürütme organında merkezîleştiği böyle bir tabloda, yargı ve emniyet gibi bazı kurumlarda mevzilendiği iddia edilen “paralel devlet” yapılanmalarının etkisi ne olabilir?
Evet, Gülen cemaati için yıllardır seslendirilen “Devletin kilit kurumlarında sistemli bir şekilde kadrolaşıyor” iddiası yeni birşey değil.
Bizzat Gülen’in bu iddiayı destekler mahiyetteki beyanlarının kayda alınarak medyaya servis edildiği ve buna karşı Gülen’in “Bu milletin fertleri, kendi devletlerine sızmazlar; kurumlarda görev almak, herkes gibi onların da en tabiî hakkıdır” şeklindeki savunmaları da.
Bu savunmalar için şu yorumu yapmıştık:
“Demokratik sürecin kendi mecrasındaki akışı içinde, bu milletin fertlerinin devlet kurumlarındaki varlığı her geçen gün daha çok hissedilir şekilde artıyor; Anadolu çocukları bürokraside daha fazla görev alıyorken, bunu kadrolaşma ve ‘ele geçirme’ vehimlerini tahrik edecek veya en azından o vehimleri bahane edenlerce kullanılacak bir üslûpla, belli bir cemaat bağlamında yürütülen özel bir proje olarak algılanmaya müsait söylemlere konu etmenin izahı ne?” (Cemaatler kitabımız, s. 48)
Gelinen merhalede en ilginç hususlardan biri, 28 Şubat’ta cemaate Kemalist devrim muhafızlarınca yöneltilen ithamların, şimdi, yakın zamana kadar destekleyip kader ortaklığı yaptığı AKP tarafından çok daha ağır sözlerle seslendirilmesi.
Ve devlet kurumlarındaki kadroların, cemaat bağlantılı oldukları iddiasıyla hallaç pamuğu gibi dağıtılıp tasfiye edilmesi suretiyle, 28 Şubat’ın dahi başaramadığı bir operasyonun, yine AKP iktidarınca gerçekleştiriliyor olması.
Bu gidişin sonu nereye varır? Gülen cemaatinden sonra sıra diğer cemaatlere de gelir mi?
Ve böyle bir tasfiye operasyonu, AKP’yi statükonun kayıtsız şartsız mutlak hakimi pozisyonuna mı taşır; yoksa derin statükonun pusudaki asıl muhafızları, bu operasyonlarla altını oydurdukları AKP’yi ilk fırsatta harcarlar mı?