AİHM’in Yalçınkaya kararı açıklandıktan sonra birçok kişinin zihninde beliren sual şuydu:
“İktidar bu karara uyar ve gereğini yerine getirir mi?” Ve iktidarın bu konulardaki sicili bilindiği için, bu sualde ifadesini bulan şüphe yersiz ve temelsiz değildi. Hukuksuzlukta ısrar ve inadı alışkanlık haline getirmiş bir iktidarın kolay kolay hukuka dönmesi beklenemezdi.
Nitekim bu karara karşı da direneceğinin ilk işaretini Adalet Bakanı verdi, ama ardından “AİHM kararı sadece bu dosya için geçerlilik teşkil eder” diyerek geri adım attı.
Peşinden, beklendiği üzere Erdoğan geldi. Meclis açılışındaki konuşmasında AİHM’e de, AB’ye de, evvelce defaatle söylediği lafları tekrarladı. Seçimden hemen sonra yeni bir sayfa açmaktan dem vurduğu AB ile yolları ayırma söylemini yine evvelki nakaratlarıyla daha da ileri boyutlara taşıyıp, “Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yaparak yolumuza devam ederiz” dedi.
Ama şimdiye kadarki uygulamada Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yapma yönünde hiçbir adım atılmazken, tam tersine Türkiye Kopenhag kriterlerinden tamamen uzaklaştırılıp, resmî ideolojinin belirlediği Ankara kriterlerine hapsedildi. Milletimizin, AB’nin ve bütün dünyanın gözünün içine baka baka atılan “AB’ye verdiğimiz sözleri tuttuk. Demokraside, hak ve hürriyetlerde hiçbir eksiğimiz yok” nutukları eşliğinde her gün yeni hukuksuzluklara imza atarak...
AİHM’in son kararının ardından Yargıtay’ın Gezi davasındaki mahkûmiyetler için verdiği onama kararı, AİHM’e sözümona “misilleme” anlamı da taşıyan son örneklerden biri.
Edirne’de Nurcan ve Abdülkadir Arslan’ın, Yalçınkaya kararında geçersizliği ilan edilen kriterlerle tutuklanması ve 6 çocuklarının gözyaşları içinde ortada bırakılması da...
Bu arada Erdoğan’ın Bylock “delil”ini ve ona dayandırılan cezaları ıskartaya çıkaran AİHM kararı için “Terör örgütleriyle aynı hizada sıralanan kurumların kararlarına ne saygı duymamız, ne de onların dediklerine kulak asmamız mümkün değildir” sözünün ertesi günü, Bylock’tan hüküm giyen annesine aylarca hasret bırakılmış olan 6 yaşındaki kanser hastası Yusuf Kerim vefat etti; böylece bu hesap da ahirete kalmış oldu.
Ve Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Amor’un “İktidara göre Türkiye’nin yarısı terörist!” sözüne mukabil Erdoğan’ın AİHM’i bile terör örgütleriyle aynı hizada durmakla suçladığı böyle bir hengâmede, Ankara yeni bir terör saldırısıyla sarsıldı.
Erdoğan’ın “Çok ağır olacaktır” dediği vebalin, gerçek teröristleri bırakıp, terörle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayanları “teröristlik”le itham edenlerin boynunda, sonu gelmeyen hukuksuzluklarla habire kabaran bir “sabıka dosyası” eşliğinde gittikçe ağırlaştığını da gözler önüne sererek.
Ama bu hal devam edemez. Çünkü zulüm devam etmez. Zulm ile âbâd olanın ahiri berbat olur. Mazlumun âhı indirir şahı...