Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Sizi vasat ümmet kıldık ki insanlara hakikatin şahitleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun” (Bakara Sûresi, 2:143.) buyurur.
Vasat ümmet: İstikamet üzere olan, yani adaleti sağlayan, âdil olan anlamına gelmektedir. (Kurtubî, Camiu’l-Ahkâm, Kahire-1976, 2:156.) Zira insanın akıl, şehvet ve öfke duygularının vasat ve dengeli hali olan “hikmet, iffet ve şecaat”tan “adl ve adalet” ortaya çıkar. İfrat ve tefritinden ise zulüm ve zulmet peyda olur. (İşaratu’l-İ’câz, 2006, s. 46.)
**
İmam-ı Şafii (ra): “Adaletten murad, Allah’ın emrine uygun ameldir” (Şafii, Risale, Kahire-1979; s. 25.) demiştir. Adaletin zıddı zulümdür. Zulüm ise heva ve hevese uygun ameldir. Bu ise baskıcı ve istibdadı netice veren bir yönetim demektir. Nitekim yüce Allah “Ya Davud! Biz seni yeryüzüne halife yaptık ki insanlar arasında, adaletle hükmedesin; heva ve hevesine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın!” (Sad Sûresi, 38:26.) buyurur. Bediüzzaman yönetimde “Adalet, meşveret ve kanunda cem-i kuvvet” (ESDE, 2009, Makalat, 51.) ifadeleri ile yönetimde heva ve heves değil, “kanun hakimiyeti” olması durumunda yönetimin meşrûiyet kazanacağını ifade eder.
**
Kur’ân-ı Kerîm zulüm yönetimine ve zalim idarecilere “Tağut” ifadesini kullanır. Tağut, “tuğyan” kökünden türemiş olup, meşrûiyet sınırını aşmak, ifrat ve tefrite düşmek, haddi tecavüz etmek, heva ve hevese uymak anlamına gelmektedir. (Ragıb el-Isfahani, Müfredat, TĞV-TĞY Maddeleri) Kur’ân-ı Kerîm inançta ve adalette haddi aşarak zulmeden Firavun ve benzeri yöneticilere “Tağut” sıfatını vermiştir. (Nahl Sûresi, 16:36.)
**
Allah’a itaat ve halk içinde adalet ancak ilimle olur. Bu sebeple “İlim öğrenmek tüm erkek ve kadınlara farz kılınmıştır.” (Serahsi, Mebsut, 1:2; Aclunî, Keşfu’l-Hafa, Beyrut-1351, 2:43.) İlimle yönetim adaleti, heva ve hevese göre yönetim ise zulmü netice verir. Bediüzzaman da “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder” (Münâzarât, 64.) buyurarak idarecileri zulme cesaret verdiren hususun milletin cehaletle hukukunu müdafaa etmemesi olarak ifade eder.
**
Milletin hukukunu bilmesi ancak ulemanın “Emr-i Maruf ve Nehy-i Ani’l-Münker” görevini yapmaları ile mümkündür. Ulemanın gerçek görevi budur. Nitekim yüce Allah, “İçinizde insanları hayra dâvet eden, şerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erecek olanlar ancak onlardır.” (Âl-i İmran Sûresi 3:104.) buyurarak milletin huzur ve saadetinin, yönetimde adaletin ve dinde istikametin ancak ulemanın görevini yapması ile olacağını haber vermiştir.
Peygamberimiz (asm) de: “Allah’a yemin ederim ki ya emr-i maruf ve nehy-i ani’l-münkeri yaparsınız veya Allah size azap gönderir de duâ etseniz de duânıza icabet etmez” (R. Salihin, Ankara-1976, 1:234.) buyurarak ümmetini ikaz etmiştir.
Günümüz sıkıntılarının kaynağı ve kurtuluş çaresi dinimizin bu ikazlarında saklıdır. Günümüzde bu vazifeyi ancak hakikî “Risale-i Nur Talebeleri”nin yaptığını görerek gelecekten ümitvar oluyoruz.