Filistin-Gazze meselesi ve İran-İsrail hava savaşları sebebiyle İslâm dünyasının ittihadı ve bunun için lâzım olan müesseseler ve hilâfet meselesi yeniden gündeme geldi.
Güncele dair ve şerli gibi görünen olaylar, orta ve uzun vadede yapılması gerekenler hakkındaki fikirlerimizi ve gayretlerimizi arttırırsa hayra vesile olabilir.
Hilâfete de bu çerçevede bakalım:
Hilâfet denince hemen herkesin aklına siyaset ve hatta uluslararası ilişkiler geliyor. Acaba hilâfet gerçekten sadece ya da öncelikle siyasî bir kurum mudur?
Hazret-i Peygamberin asıl vazifesi Kur’ân’ı ve imanı tebliği ve irşad olduğuna göre onun her halifesi de öncelikle hem iman hakikatlerinin neşri konusunda vazifelidir. Elbette Hazret-i Peygamber de halifeleri de İslâm’ın siyasî meseleleri konusunda da görevlidir. Ama birinci görev elbette daha mühimdir ve bu konuda kendisini ehil ve vazifeli bilen her mü’min bir manada halifedir.
Bu çağda iman hizmetlerinde baş halife, bilhassa muhtevasındaki hakikî adalet dersleri sayesinde, Risale-i Nur’dur. İman ile adalet arasındaki ilişkiyi de bilmeyen yoktur. “Daha iyisi var” diyen göstersin.
Siyasî meseleler açısından lâzım olan hilâfet makamına gelince…
Bir tesbihin taneleri için tesbihin ipi ya da imamesi ne kadar değerli ise mü’min fertler ve grupları için de ittihad ve ittihadın maddî ve manevî temsilcisi olan hilâfet o kadar değerlidir.
Zira hilâfet müminleri sembolik bir manevî bağ ile birbirine bağlar. İttihad-ı İslâm’ı temin eder.
İşte Müslümanlar arasındaki bu manevî bağ bir hazin ve uzun hikâyenin sonunda kopmuştur, koparılmıştır. Makam el’an boştur, doldurulmalıdır. Vazife muallaktadır. Sistem aktifleştirilmelidir. Dağınıklık giderilmelidir.
Aslında, bu konuda, Katolik dünyanın manevî önderi olarak -ömür boyu görev yapmak üzere de olsa- “seçilen” Papa iyi bir örnektir. Papalık şeklen İtalya’nın Roma’sında bir mahalleden ibaret gibidir fakat sembolik bir devlet olan Vatikan’dan bütün Katolik dünyaya uzanır.
Yarın devam edelim…