"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Vehhabiler haricileri taklit etmekte

M. Ali KAYA
01 Kasım 2016, Salı
Abdülvehhab’a göre; “Tevhid, kalple, lisanla ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa, insan Müslüman sayılmaz.” Vehhabiler bu sert ve katı tutumuyla Haricîleri taklit etmektedir. Bilindiği gibi Haricîler de, Vehhabiler gibi, amel etmeyi imana dâhil saymış; namaz, oruç, hac ve zekât gibi emirleri yerine getirmeyenleri küfürle itham etmişlerdir.

Görüşleri

Vehhabiler, bütün İslâm mezhepleri gibi Kur’ân ve hadisleri temel kaynak olarak kabul etmekle beraber, onları anlayıp tatbik etme hususunda sadece Abdülvehhap ve kendilerince muteber sayılan bilginlerin görüşlerine bağlı kalmışlardır. Onlara göre; “Dinde onların sözleri de görüşleri de kesin bir delil olamaz. Kesin delil, ancak Kur’ân ve hadisin, tevilden uzak zahiri hükümleridir. Bu bakımdan, Allah ve Resülü’nden (asm) başka, haramı haram, helâli helâl kılacak yoktur. Zira Kur’ân ve sünnet, uyulması gerekli bütün kanunları koymuştur. Kanun koyma ve ahkâm çıkarmada akla ve tevîle yer yoktur. Kur’ân ve sünnette belirtilen hususların zahirine sımsıkı yapışılır ve hiçbir mezhebe bağlanmadan her şey Kur’ân’ın zahirinden çıkarılır. Kur’ân-ı Kerîm kesin delildir. Rivayet ve dirayet yönünden sabit olan hadisler de delil olur. Müteşabih âyetler de delildir; ancak bunlar te’vîl edilmeksizin zahirlerine göre hükmolunur. Bunları tevil ederek tefsirde bulunmak küfürdür. Bu yüzden Allah’ın sıfatları hakikî sıfatlardır. Gerek zât, gerek sıfatlar hakkındaki âyetler, olduğu gibi kabul edilir. Bunlardan teşbih manaları çıkacak diye zahiriyle anlam vermekten kaçınmak doğru değildir. Eğer böyle olsaydı Allah’ın Resulü (asm) bildirirdi.”

Evet, Vehhabiler ve bazı kimseler Kur’ân ve hadislerin teviline ve tefsirine gerek olmadığını ifade etmektedirler. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’in bahr-i umman gibi olan derin mânâlarından mahrum kalmışlardır.

Abdülvehhab’a göre; “Tevhid, kalple, lisanla ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa, insan Müslüman sayılmaz.” (Muhammed b. Abdülvehhâb Keşfu’ş-Şububât, 43.) Vehhabiler bu sert ve katı tutumuyla Haricîleri taklit etmektedir. Bilindiği gibi Haricîler de, Vehhabiler gibi, amel etmeyi imana dâhil saymış; namaz, oruç, hac ve zekât gibi emirleri yerine getirmeyenleri küfürle itham etmişlerdir. Vehhabiler amelin imanın bir parçası olduğu hususunda İbn Teymiye’ye uyarlar ve onlara göre “farz olanları tembellikle veya inkâr için terk eden kimse kâfirdir, mal ve kanları helâldir.” derler. Vehhabiler, amelin imanın bir parçası olduğuna inandıkları için, farzlardan birini terk eden kimseyi dinden çıkmış olarak kabul etmiş, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları tekfir ederek, onların mallarının ve canlarının kendilere helâl olduğunu ilân etmişlerdir ki, bu da azim bir hatadır. 

Onlar Hanbeli Mezhebi’nin görüşünü kabul ettiklerini ifade etmelerine rağmen, bu konuda da ifrat etmişlerdir. Hâlbuki Ahmed b. Hanbel’e göre; “İman, hem söz hem de ameldir, iman iyi amellerle artar, kötü amellerle eksilir. İnsan, kötü amellerle imandan çıkar; ama tövbe edince yine imana döner, Allah’a şirk koşan, farzlardan birini inkâr eden kimse İslâm’dan çıkar. Tembellik sebebiyle, farzlardan birini terk eden kimse ile ihmal eden kimsenin durumu, Allah’a kalmıştır; O, dilerse bağışlar, dilerse azap eder.”

“İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve diğer azalarla ameldir. İslâm ise, tasdik ve ikrardan ibarettir. Bu sebepten Allah’a şirk koşmamak, Kur’ân ve Sünnet’te sabit bir emri inkâr etmemek şartıyla, amelde bir ihmal olursa İslâm’dan çıkılmış olmaz. Küfür ise şirk ve inkârdır.” (Muhammed Ebû Zehra, İslâm’da Fıkhî Mezhepler Tarihi, çev. Doç. Dr. Abdülkadir Şener, Ankara- 1968, s. 3:221.)

Vehhabilerin imamlarından olan İbni Teymiye ve İbni Kayyıme’l-Cevzi gibi zatlar, Muhyiddin-i Arabi gibi büyük evliyaya hücum etmektedirler. Bediüzzaman Hazretleri de bu hakikati şöyle ifade eder: “Vehhâbilerin azîm imamlarından ve acîp dehâları taşıyan meşhur İbni Teymiye ve İbni Kayyıme’l-Cevzî gibi zatlar Muhyiddin-i Arabî (ks) gibi azîm evliyâya karşı fazla hücum ettikleri ve güya mezheb-i Ehl-i Sünneti şîalara karşı Hazret-i Ebûbekir’in (ra) Hazret-i Ali’den (ra) efdâliyetini müdafaa ediyorum diyerek, Hazret-i Ali’nin (ra) kıymetini çok düşürüyorlar. Hârika faziletlerini âdileştiriyorlar. Muhyiddin-i Arabî (ks) gibi çok evliyayı inkâr ve tekfir ediyorlar.” (Mektubat, 2005, s. 615-623.)

Bunun içindir ki, Bediüzzaman Hazretleri Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin mesleğinin sahabe mesleğine göre “nakıs bir meşreb” olduğunu ifade etmekle beraber o büyük zatı; “Ulum-u İslâmiyenin bir mu’cizesi” olarak görmekte, talebelerini de o büyük zata ve mesleğine su-i zan etmekten hassasiyetle sakındırmaktadır.

“Başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. Binaenaleyh eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû’-i zandır. Sû’-i zan ise, maddî ve manevî içtimaîyatı zedeler.” (Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye, 106.) demekte bazı büyük zatların hikmetini bilmediğimiz hâllerinden dolayı onlara su-i zan etmekten, tenkit etmekten, çirkin görmekten ve gıybetlerini etmekten son derece sakınmamızı istemektedir. Zira onlara yapılan su-i zan sadece onların şahsına mahsus kalmayıp, onları mürşit olarak kabul eden ve izinden giden binlerce insana da zarar verir ve büyük yaralar açar.

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri (ks) İslâm âlimleri arasında en çok eser telif eylemiştir. Onun “İza dehale sinu fişşin, iza zeheret kabri Muhyiddin” yani “Sin, Şın’a dâhil olduğunda Muhyiddin’in kabri meydana çıkar.” buyurduğu sözü, kendisine son derece hürmetkâr olan Mısır fatihi Yavuz Sultan Selim Han’ın zihnini meşgul eder. Şam’a vardığı zaman orada bulunan âlim ve veli zatlar ile görüşür. Bir gün sohbet sırasında konu Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’ne gelince, o zatlar Hazret’in kabrinin bulunduğu yerinin çöplük olduğunu ve ona o güne kadar iyi gözle bakılmadığını anlatırlar. Bunun üzerine Yavuz Selim Han, hemen harekete geçer ve kabrin yerini tesbit ettirir. Böylece “Sin”den maksadın Selim, “Şın”dan maksadın da Şam olduğunu anlaşılmış olur. Ayrıca, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin yaklaşık üç yüz yıl önceden haber verdiği Mısır’ın fethi Yavuz Sultan Selim’in eliyle tahakkuk eder. Yavuz, kabrin bulunduğu yere bir türbe, büyük bir cami ve külliye yaptırır. Külliyenin açılışı da bir Cuma günü yapılır. Bu külliye günümüze kadar devam ettiği gibi, biiznillah kıyamete kadar da devam edecektir.

Ayrıca, Yavuz Selim, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin ayağını yere vurarak söylediği ve onun idamına sebep olan: “Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır.” buyurduğu yeri tesbit ettirip kazdırınca, oradan bir küp içinde altın çıkar. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin “Siz Allahu Teâlâ’ya değil de paraya tapıyorsunuz” demek istediği anlaşılmış olur. Selim Han, buradan çıkan altınları Şam’daki fakirlere dağıtır.

ABDÜLVEHHAB’IN EN BÜYÜK YANLIŞI

Abdülvehhab’ın en büyük yanlışı kitap, haşir ve nübüvvet gibi iman hakikatlerini inkâr eden müşriklerle, Kur’ân’ın haber verdiği ve sünnetin tesis ettiği tevhit akidesini kabul eden, onu yaşayan ve yaşatan Müslümanları aynı kefeye koymuş olmasıdır. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm “Onlar çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri günahlarında ısrar etmezler.” (Âl-i İmran Sûresi, 3: 135.) buyurur ve Allah’ın emrine karşı cürüm işleyen ve isyan edenlerin tevbelerini kabul edeceğini ve onların mü’min olduklarını haber vermektedir.

RESMİ BİR MEZHEB!

Vehhabiler kendilerine “Muvahhidûn” derler. Vehhâbîlik, bugün Suûdi Arabistan’ın resmî mezhebi durumundadır. Mısır, Hindistan, Afrika ve diğer bazı İslâm ülkelerinde taraftarları vardır. Kendilerini İbn Teymiye’nin açıkladığı şekilde Ahmed b. Hanbel’in mezhebini devam ettiren Sünnîler olarak görürler. Neşet Çağatay, Vehhâbilerin akıl, nakil ve amel konularında kendilerine örnek aldıklarını söyledikleri Selefiyye’nin, Ahmed b. Hanbel’in ve İbn Teymiyye’nin görüşlerini karşılaştırarak sonuçta Vehhâbiliğin ayrı bir mezhep sayılması gerektiğini söyler. Neşet Çağatay, Vehhâbilerin temel prensiplerini sayıp açıkladıktan sonra, bunların dışında bazı ferî meselelerde de Ehl-i Sünnet’ten ayrıldıklarını dile getirir bunlar şunlardır:

1. Tevhid: 

Müslümanlığı ameli tevhid inancına göre yerine getirmeyenlere harp ilân edilir ve bu gibilerin kestikleri kurbanlar yenmez.

Resûlullah (asm) bir hadîslerinde, “Lâilâheillallah diyen ve Allah’tan başka ibâdet olunacak şeyleri inkâr eden kimsenin malı ve kanı haramdır; onun hesabı da Allah’a aittir” (Buhârî, İmân, 17; Müslim, İman, 36.) buyurur. Bu hadis Allah’ın birliğini tanımak, inanmak ve ikrar demek olduğunu göstermektedir. Oysa Muhammed b. Abdilvehhâb, “Lâilâheillallâh”ı yalnızca telâffuz etmeyi kişinin mal ve kanı için yeterli bir koruyucu olarak görmemekte, aksine lâfzı ile birlikte anlamını bilmenin, ikrar etmenin, ortağı bulunmayan tek Allah’a ibâdet etmenin, Allah’tan başka ibâdet olunacak şeyleri tanımadıkça, bu hadîsin insanın malı ve kanı için koruyucu olamayacağını söyler. (Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, Kahire 1377/1957, s. 115.) Ona göre tevhîd, kalple, lisanla ve amelle olmalıdır. Bunlardan birisi eksik olursa, insan Müslüman sayılmaz. (Muhammed b. Abdilvehhâb, Keşfu’ş-Şububât, 43.)

2. Şefaat ve tevessül:

Şefaatin sadece Allah’ın iznine tabi olduğunu, bu sebeple şefaat Allah’tan istenir ve “Allah’ım onu bana şefaatçi kıl” denir. Allah peygambere şefaat izni vermiştir; ama bizi ondan nehyetmiştir. Kur’ân-ı Kerim müşriklerin Allah’ın varlığına inandıklarını; fakat meleklere, peygamberlere, velîlere sarılıp, işte bunlar Allah nezdinde bizim şefaatçimiz, diyerek küfre gittiklerini beyan eder. Salih insanları aracı yapmayı bunun gibi görür ve bu sebeple “Tevessülü” yani birini vesile yapmayı da kabul etmez. (Muhammed b. Abdilvehhâb, Keşfu’ş-Şububât, 13-17.) Kendisi ile Allah arasına, kendisine tevessül edeceği, onlara yalvaracağı ve onlardan yardım isteyeceği vasıtalar koyan kimse, icmâen küfre girmiştir” (Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, Kahire -1377/1957, s. 167.) der. 

Vehhâbîlere göre, “tasavvuf İslâmî olmayan bir bidattir... Tarikat ise, başkalarını istismar etmek için bir vasıta ve mürşidin kendisini vesile ittihaz ettirmesine bir yoldur... Mutasavvıfanın mükâşefe dedikleri şey tamamen asılsızdır. Başkalarının kendi yoluna intisab etmelerini istemesi ise, din içinde din ihdas etmektir.” (Yusuf Ziya Yörukan, “Vehhâbilik”, İFD., 1953-1/61-63.)

Onlara göre, “Müslümanlar arasında, velilerin hayatta iken de, ölümlerinden sonra da tasarruf sahibi olduklarına inanıp himmetlerini dilemekte ve onlara tevessül etmekte olanlar vardır. Kabirlerine gidip, kerametlerini delil göstererek dilekleri için yalvarmaktadırlar. Onların gavs, kutup, abdal, kırklar, yediler, üçler gibi mertebelere ayrıldıklarını ve bunlara nezretmek ve kurban kesmenin caiz olduğunu söylemektedirler. Bu sözler tam anlamıyla ifrattır. Bu söylerde ebedî helâk oluş ve azab vardır... Bunlar Kitâb, imamların akideleri ve ümmetin icmâına muhaliftir. (Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, s. 168-172.)

3. Bid’alar:

Abdulvahhab İbni Teymiye’nin bu konudaki görüşünü aynen kabul eder. Yüce Allah’ın “Resulün buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar” (Nur Sûresi, 24: 63.) âyetini ve Peygamberimizin (asm) “Her bid’a dalâlettir, bütün dalâletler Cehennemdedir” (Tirmizi, İlim, 16; Ebu Davud, Sunne 6.) hadisini delil getirir. Yenilikleri fitne olarak görür ve devamla, “Fitnenin ne olduğunu biliyor musun? Fitne, şirktir” der. (Abdurrahman b. Hasan, Fethu’l-Mecîd, s. 385-387.)

Vehhabi âlimlerinden Abdurrahman b. Hassan “Allah’ın sözüne uymayan ve Peygamberden (asm) başkasını ileri süren bizden değildir” der. Onlara göre Kitâb ve Sünnet’te olmayan her şey, yani bid’atler, sapıklık alâmetidir. Ayrıca “Akâid konusunda kelâmcıların, helâl ve haram konusunda fakîhlerin sözleri delîl olamaz” (Muhammed Ebû Zehra, İslâm’da Siyasî ve İtikâdî Mezhepler Tarihi, s. 282.) der.

İbn Abdilvehhâb’ın en korkunç ve hattâ şîrk olarak gördüğü bid’atlerin başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Onların bu hususta ne derece haşin oldukları, daha Uyeyne’de Zeyd b. Hattab’ın mezarını yıkışlarında görülmektedir.

Peygamber’in (asm) hâtırasını ta’zîz, Hırka-i Şerif, Sakal-ı Şerif ziyaretleri, bir bakıma Allah’tan başkasına tapmaktır; dolayısıyla şirktir. Delâil-i Hayrat okumak yasaktır; çünkü bu, Peygamber’e ibâdet mahiyetindedir. Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirilir; ancak bunu bir ibâdet hâline getirmemek, “Seyyidunâ ve Mevlânâ” dememek şarttır. Bu sebepten makam ile ezan okumak, Ramazan, Cuma ve kandil gecelerinde, ezandan önce veya sonra tesbîh çekmek ve duâ etmek de bid’attir.

Vehhâbîler, bid’attir diye birçok mübah olan şeylere hücum etmişler, yasaklamışlardır. Meselâ mevlîd toplantıları bunlardan biridir. Buna göre mevlîd okumak, okutmak, sünnet ve nafile namazları kılmak da Vehhâbîlerin yasakladıkları şeyler arasındadır. (Ahmet Vehbi Ecer, Osmanlı Tarihinde Vehhâbî Hareketi, Doktora Tezi, Ankara -1976, s. 88.) 

Okunma Sayısı: 4572
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Amine

    2.11.2016 00:24:49

    Allah razı olsun, Vehhabilerin hatalı görüşlerini anlamamızı sağlayan güzel bir yazı olmuş. Muhyiddin-i Arabi'nin 'Sin, Şın’a dâhil olduğunda Muhyiddin’in kabri meydana çıkar.” sözünün hikmeti çok sonra anlaşılmış.

  • SAİD HAKTAN

    1.11.2016 16:14:34

    MÜ'MİN Mehmet ali bey;Bu konu izaha muhtaçtı...ALLAh cc razı olsun bu konuyu uzun uzadıya izah etmişsin...kaleminden (klavyenden diyelim) çıkan her harf adedince sana,Yeni asya camiasına,Nurcuların Cümlesine(gerçek nurculara) Rabbimiz cc ikram ve ihsanda bulunsun dünya da-Ukbada...Tabiii bana da...amin...

  • sefer hoca

    1.11.2016 12:03:04

    MEHMET ALİ KARDEŞİM GÜZEL BİR YAZI.

  • Ali KANDİL

    1.11.2016 10:05:41

    2 günlük bu güzel çalışmanız için ellerinize, kaleminize sağlık...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı