Bu alıntılardan anladığımız kadarıyla, kabul olunmayan duâ olabilir, fakat cevap verilmeyen duâ olmaz. “Duâya her halde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is’af ise, Mu’cibin hikmetine tabidir. Meselâ, doktoru çağırdığın zaman, her halde “Ne istersin?” diye cevap verir. Fakat “Bu yemeği veya bu ilâcı bana ver” dediğin vakit, bazen verir, bazen hastalığına, mizacına mülâyim olmadığından vermez.” 1
Elbette kabul edilmeyen ve red cevabı verilen duâlar da olabilir. bunlardan birinin örneği şu gibi insanlar (hata yapan ve vartaya düşenler) tarafından edilen duâlardır. Bu insanlara 2 karşı Üstad şu şekilde hitap ederek duâlarının kabul edilmeyeceğini ima ediyor” “Seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü dehândır. Yani, harika, menhus zekândır. O kör dehân ile, herşeyin hâlıkı olan Rabbini unuttun, mevhum bir tabiata isnad ettin, âsârını esbaba verdin, o Hâlıkın malını bâtıl mâbud olan tâğutlara taksim ettin. Şu noktada ve o dehân nazarında, her zîhayat, herbir insan, tek başıyla hadsiz a’dâya karşı mukavemet etmek ve nihayetsiz hâcâtın tahsiline çabalamak lâzım geliyor. Ve zerre gibi bir iktidar, ince tel gibi bir ihtiyar, zâil lem’a gibi bir şuur, çabuk söner şule gibi bir hayat, çabuk geçer dakika gibi bir ömürle, o hadsiz a’dâya ve hâcâta karşı dayanmaya mecbur oluyor. Halbuki, o biçare zîhayatın sermayesi, binler matluplarından birisine kâfi gelmiyor. Musîbete giriftar olduğu zaman, sağır, kör esbabdan başka derdine derman beklemiyor. ‘Kâfirlerin duâsı boşa gider.’ (Ra’d Sûresi, 13:14) sırrına mazhar oluyor.” 3
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye. 190.
2- Lem’alar. 121.
3- Lem’alar. 122.