Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım sabahı (bir rivâyete göre 9/10 Kasım gecesi) ölen Mustafa Kemal'in cenaze namazı, on gün sonra yine aynı yerde kılındı.
Cenaze, 19 Kasım 1938 günü Ankara'ya götürülmek üzere hazırlanmıştı. İşte tam bu esnada, cenaze namazının kılınıp kılınmaması tartışma konusu oldu.
Cenaze organizasyon heyeti, katafalkın camiye götürülmesine de, Müslümanlar için bir "farz–ı kifâye" olan namazının kılınmasına da karşıydı.
Gerekçe ise, M. Kemal'in Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana ibadet yapmak niyet ve kastıyla camiye hiç gitmemesi ve namaz kılmaması olarak gösteriliyordu.
Ancak, M. Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanımın "Cami dışında olsa bile, yine de cenaze namazının kılınması" yönündeki arzusu ve ısrarlı talebi, gelişmelerin seyrini değiştirdi.
Cenaze organizasyon heyeti, bu isteğe karşı çıkamadı ve cenaze namazının Dolmabahçe Sarayı dahilinde kılınmasını kabul etti.
Bu iş için uygun görülen isim ise, "din felsefesi hocası" (müstakbel Diyanet Başkanı) Prof. Şerafettin Yaltkaya oldu.
Alelacele ve sabahın çok erken bir saatinde Dolmabahçe Sarayı'na çağrılan Prof. Yaltkaya, cenaze namazını çok farklı bir şekilde edâ etti.
Prof. Yaltkaya, cenaze namazı şartlarından olan “Allahu Ekber” gibi orijinal kudsî tâbirleri kullanmak yerine, namazı toplam 4 dakika süren Türkçe tekbir, duâ ve selâmlar eşliğinde kıldırdı.
Şöyle ki: Namaza dururken "Allahû ekber!" diyerek tekbir getirmek yerine "Tanrı uludur" diyerek ellerini bağladı. Yaltkaya, sağa ve sola doğru selâm verirken de "Esselâmû aleyküm verahmetullah" demek yerine ‘‘Esenlik üzerinize olsun’’ ifadesini kullandı.
NOT: Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için şu kaynaklara bakılabilir: 1) 10 Kasım 1998 tarihli Hürriyet'ten Murat Bardakçı'nın yazısı; 2) Anadolu Ajansı'nın 10 Kasım 2004 tarihli haber bülteni. (www..aa.com.tr)
18 yıllık garabet
Bugün için belki çok garipsenecek olan "Allahû ekber"siz ibadet biçimi, ne yazık ki 1932'den tâ 1950 Haziran'ına kadar resmî ve alenî şekilde okunan bütün ezanlarda ve kılınan bütün cenaze namazlarında aynen uygulanagelmiş. Zira, başka türlüsü kànunen zaten yasaklanmış ve suç sayılmıştı.
Tam 18 yıl müddetle uygulanan bu yasağa göre, sadece cenaze namazında eğil, ezan okunurken de, kamet getirirken de, hiçkimse açıktan veya duyulacak bir ses tonuyla "Allahû ekber" diyemezdi.
Tabiî, "Allahû ekber"siz yapılan farz ibadetlerin İslâm dininde nasıl karşılandığı ve ne ölçüde makbul olduğu ayrı bir tartışma konusu.
Biz işin uzmanlarına sorduk ve şu cevabı aldık: “Alahu Ekber”siz hiçbir namaz kabul olmaz; cenaze namazı da dahil olmak üzere...
Bu da gösteriyor ki, 1932-50 yılları arasında vefat eden resmî cenahtaki ekâbirlerden hemen hiç birisinin cenazı namazı sahih olmadığı gibi dinî kurallara da uygun olmamıştır.
Tabiî, çoğu gizli şekilde ve usûlüne uygun şekilde kılınanlar müstesna.
Çakmak’ın dayatmasıyla İsmet Paşa Cumhurreisi oldu
İsmet Paşa, baskı altındaki Millet Meclisinin eliyle 11 Kasım (1938) günü II. Reisicumhur olarak seçildi.
Seçilme işi, özetle şu şekilde gerçekleştirildi:
İstanbul’daki devlet ve hükümet erkânı, kuvvetli ihtimalle 9/10 Kasım gecesi ölen M. Kemal'in cenaze merasimiyle meşguldür.
Ankara ise, bir hayli gergindir. Çünkü, Meclis yeni cumhurbaşkanını seçecek. Ancak, kimin seçileceği hakkında ciddi tereddütler var. Akla ilk gelen isimlerden biri Celal Bayar’dır. diğerleri ise, Fevzi Çakmak, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras ve İsmet Paşaydı.
Bu esnada Bayar, Başbakandır. Üstelik, onu bir sene önce bu makama M. Kemal getirtmiş.
İsmet Paşa ise, bir yıldan fazla bir zamandır siyasetin kenarına itilmiş durumdaydı. Tâ 1937 yılı Ekim’inde Başbakanlıktan, dolayısıyla siyasetten uzaklaştıran, yine Birinci Reis Mustafa Kemal idi.
Yani, ortada hayli tereddüt kaldıran kritik bir durum vardı: Yeni cumhurbaşkanı kim olacaktı?
İşte, tam bu noktada devreye giren Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Cumhurbaşkanlığı seçimine el koydu.
Onun el koymasını, elbette ki silâh zoruyla ve dayatmayla ancak izah etmek mümkün. Nitekim, öyle de oldu.
Ordunun nabzını yoklayan Fevzi Paşa, Bayar'ın "Cumhurbaşkanı adayımız siz olun" teklifine rağmen, İsmet Paşadan yana tavır takındı. Millet Meclisini askerî kordon altına aldı ve bütün mebusların oylarını İsmet Paşaya vermelerini istedi. (Bir rivâyete göre, Fevzi Paşa “İsmet’in seçilmesine karşı gelen her kim olursa olsun, onu önce asar, sonra mahkemeye havale ederim” diyerek, etrafa tehditler savurmuş.)
11 Kasım 1938 sabahı, Meclis'te önce 323 milletvekiliyle toplanan CHP grubu 322 oyla İsmet İnönü'yü cumhurbaşkanı adayı seçti.
Hemen ardından toplanan Meclis genel kurulunda cumhurbaşkanı seçimine geçildi. Toplantıya katılan 348 milletvekilinin (Prof. Hikmet Bayur hariç) tamamı, İnönü'yü oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçti.
Kısa Notlar
1) İsmet Paşa, bu tarihten birkaç ay sonra, kendisini Cumhurbaşkanı seçtiren Bayar'ı Başbakanlıktan uzaklaştırdığı gibi, kendisine aynı iyiliği yapmış olan Fevzi Paşayı da (1944'te) ordunun başından uzaklaştırarak emekliye sevk etti.
2) 1946'da çok partili sisteme geçildi. Bayar, Demokrat Partinin başına geçti. Fevzi Paşa ise, milliyetçi/muhafazakâr Millet Partisinin fahrî başkanı oldu. (Resmî başkan Prof. Hikmet Bayur.)
3) Türkiye'de mütedeyyin kesimin hakkında en çok yanıldığı kişi, hiç şüphesiz Fevzi Paşadır. O, çeyrek asır müddetle işlenen bütün şerlere seyirci ve suskun kalmakla hem dindarları aldatmış oldu, hem de 1946 seçimlerinde CHP'ye karşı muhalefet bayrağını açan DP'nin oylarını bölerek siyasî gücünü zayıflattı.