Şu “II. Meşrutiyet” tabiri, aslında bir “galat-ı meşhur”dur. Zira, gerçekte 23 Temmuz 1908’de ilân edilen şey, meşrûtiyetten ziyade hürriyettir. Nitekim, o tarihlerde gazetelerde zikredilen tabir “inkılâb-ı hürriyet”tir. Meşrûtiyet ise, esasen tâ 1876’dan beri vardı ve sadece askıya alınmış durumdaydı. Dolayısıyla, 23 Temmuz günü Manastır’da ilân edilen şeyin adı “hürriyet” idi; Niyazi ile Enver Beyler de birer “kahraman-ı hürriyet” sıfatıyla alkışlanıyorlardı.
Üstelik, bu tarih resmî cihetten de “Hürriyet Bayramı” günü olarak kabul edildi. Öyle ki, tâ 1935 yılına kadar bile her 23 Temmuz günü “Hürriyet Bayramı” şeklinde anılmaya-kutlanmaya devam etti. Bir dönem kaldırıldı ise de, günümüzde 24 Temmuz Basın Bayramı Günü diye anılmaya devam ediyor.
«
1908’de hürriyetin ilânını müteakip, Kànun-i Esâsî (Anayasa) tekrar yürürlüğe kondu. Ardından, Mebûsan ile Âyân Meclisleri yeniden teşkil edilerek, meşrutiyetin ikinci faslına geçilmiş oldu.
Bu faslın ömrü de, ne yazık ki diğeri gibi kısa sürdü. Daha birinci senesini doldurmayan yeni meşrutiyet, yine “meşrutiyet adına” adeta hançerlenerek katledildi. Tetikçi olarak kullanılanlar, Selânik Ordusu da denilen bozguncu Hareket Ordusu’nun içindeki cânilerdi. Azmettirici asıl katil ise, Jön Türklerin ve İttihatçıların içine sızıp sinsice faaliyet yürüten gayr-ı Türk, gayr-ı müslim komitacı ruhlu heriflerdi.
Hariçten de kuvvet alan bu şer ittifakı, hürriyet ve meşrûtiyeti bu millete çok gördüler. Bu içtimaî nimetin serpilip boy vermesinden ürktüler. Yegâne çare olarak, bu sistemi boğazlayarak katletmeyi bildiler. Nitekim onu yaptılar.
Böylelikle, Mutlakıyet devrinin hafif istibdadı, meşrûtiyette yerini şedit bir istibdada terk etti. (Tabiî, Cumhuriyet devrinde “mutlak istibdat”a dönüşen rejim, ancak 1950’de bir derece nefes alabildi.)
Neyse ki, çıkmayan candan ümit kesilmez: 1908’de ancak 10 ay hürriyet havası teneffüs eden meşrutiyet, 1950’de ise 10 yıllık bir hürriyet devresi yaşandı.
Yaklaşık yüz elli yıldır düşe kalka giden Türkiye'nin demokrasi mücadelesi, ümit ediyoruz ki, istikbâlde daha parlak bir şekilde yoluna devam eder.
«
Bozguncu İttihatçı komitacıların niyeti-maksadı bir tarafa, Temmuz 1908’lerde inisiyatifi ellerinde tutan Niyazi ve Enver Beylerin hedef-i maksadı, tamamıyla hürriyet ortamını vücuda getirmek ve meşrutiyetin varlığını sağlama almaktı.
Zahirde Padişah’a isyan ediyorlar gibi görünmekle beraber, işin aslı öyle değildir. Nitekim, 24 Temmuz’da Meşrutiyetin yeniden ilân edilmesiyle birlikte, bu kahraman şahsiyetler Sultan Abdülhamid’e muhalefeti bırakmış ve onun emri altına girmişlerdir.
Eğer asıl maksatları Sultan’ı devirmek olsaydı, hareketleri başka türlü olurdu. (NOT: Padişahın devrilmesiyle neticelenen 1909 Nisan’ındaki Hareket Ordusu’nun yönlendirilme inisiyatifi bu gibi dürüst subayların elinde değildi. Komuta kademesinde çoğu dönme olan Selânikli subaylar vardı.)
«
SON SÖZ: Hürriyet ve meşrutiyetin 1908 Temmuz’unda ilânı, her ne kadar fazla kan dökülmeden gerçekleşmesi mümkün oldu ise de, bu muzafferiyetin sağlanması hiç de kolay olmadı. Bu uğurda uzun yıllara dayanan şanlı bir mücadele süreci var. Namık Kemâl, 1888’de vefat etmiş olmasına rağmen, hemen bütün ömrünü bu yolda vermiş olduğu gayretli hizmetlerle geçti.
1900’lü yılların ilk başlarında ise, hürriyet ve meşrutiyet hareketini askeriyede Enver ve Niyazi Beyler, içtimaî sahada Mizancı Murad ve Prens Sabahaddin Beyler ile ilmî cenahta Bediüzzaman Said Nursî’nin lâyıkıyla temsil ettiğini görmekteyiz.
Nitekim, Üstad Bediüzzaman’ın Hürriyet ve Meşrutiyet’in ilânından hemen sonra meydanlara çıkıp bu meyanda nutuk irad eden ilk şahsiyet olduğu gerçeği tarihin kayıtlarında mevcuttur.