İnsanda tebrik-takdir hissi zayıfladıkça, tekdir-tenkit hali kuvvet bulmaya başlar.
Tenkit kuvvet peyda ettikçe, yavaş yavaş takdir hissini ölüme doğru sürükler. Tenkit hissi öldüğünde ise, öyle kimselerle daha insanî hiçbir meseleyi ağız tadıyla konuşamazsınız.
Zira, öyleleri kardeşâne sohbetin, dostâne muhabbetin dahi katili olup çıkarlar. Konuşmaya devam ederseniz şayet, sizi paçanızdan tutup sürekli şekilde aşağılara doğru çekerler.
Böylelerinin sizi götüreceği yer, bir nevi “ölmüş kardeşinin eti”ni dişlemek manasındaki dedikodu, gıybet, yıkıcı tenkit, tarafirâne adâvet gayyâsıdır ki, el-iyâzubillah…
O gayyâ deresi ki, dünyadaki huzurunu kaçırdığı gibi, âhiretini de yakıp mahveder.
Aklı başında olan bir insan, elbette ki böylesi derekelere tevessül etmemesi, tenezzül göstermemesi lâzım.
*
Takdirkâr ifadeler kullanmakta cimri ve ketum davrananların hâlet-i ruhîsinden dışa yansıyan kasavetli tabloya baktığımızda, meselâ şu maddelerin bir listesini görebiliyor, yahut okuyabiliyoruz:
1. Haset ve kıskançlıkta ileri gidenlerin takdir hissi gitgide zevâle yüz tutuyor.
2. Gurur ve enaniyet, insanda birçok meziyeti öldürdüğü gibi, takdir hissi de dumura uğratıyor.
3. Tarafgirlik marazı, kişinin ufkunu daralttığı gibi, takdir hissini de karanlığa gömüyor.
4. Grup-hizip taassubu, kişiyi bağnazlığa sevk ettiği gibi, takdir hissini de ölümün eşiğine getiriyor.
5. İfrat ile tefrit arasında gidip gelen şahıs muhabbeti, yahut şahıs adaveti, kişiye meleği şeytan, şeytanı melek sûretinde gösterdiği gibi, takdir hissini de zamanla tarumar ediyor.
*
Çağın müceddidi Bediüzzaman Hazretleri, yaşantısıyla birçok meselede örneklik teşkil ettiği gibi, takdir hissini ifade etmede de gayet cömert davranan bir şahsiyettir. Katiyen cimrilik yapmamıştır.
Meselâ, mektuplaştığı talebelerine, kardeşlerine ve sâdık dostlarına hitap ederken, evvelâ takdir ve tebrik ifadeleriyle başlıyor. Sonunda da, ekseriyetle selâm ve dualarını ekliyor.
Öyle ki, neredeyse bütün mektuplarının başında “Aziz, sıddık kardeşlerim” ifadesi yer alıyor. İlâveten, yerine ve makamına göre “sâdık, gayretli, fedakâr, cefakâr, vefakâr, metin, sebatkâr, halis, muhlis, mübarek, yılmaz, sarsılmaz, kahraman… kardeşlerim” ifadelerini de hiç erinip üşenmeden kullanır.
Bu davranış biçimi gösteriyor ki, o zât takdir hissini de zirvede yaşamış ve meselenin şahikasında gezinmiştir.
*
Allah vergisi “takdir hissi”nin ölmemesi, yahut zevâle yüz tutmaması için dikkat edilmesi gereken bazı hususları şu şekilde sıralamak mümkün:
1. Güzel bir söz, faydalı bir bilgi, şifâlı bir reçete kimden gelirse gelsin, onun hakkını verecek şekilde takdir etmeli. Misâl: “Fenâ ve fânî bir adamın, şöyle güzel ve bâkî bir sözü var” demek gibi.
2. İnsanlığın müşterek istifadesine sunulmuş olan kalıcı bir hizmeti, yahut kaliteli bir eseri kim yapmış olursa olsun, yine onun hakkını teslim edecek şekilde yâdetmeli.
3. Fikrî veya siyasî duruşu bizden farklı da olsa, o şahsın insanî bir meziyeti, yahut salih bir ameli varsa, bunu hatalı tarafından bağımsız bir şekilde görüp, hak ettiği ölçüde takdir etmeli.
Şüphesiz, bunlara daha başka maddeler eklemek de mümkün.