Osmanlı’nın son döneminde başlayan demokrasi tarihimizin en köklü siyasî hareketi, Ahrar-Demokrat misyonu temsil eden partiler manzumesidir.
Bu misyonun yüz elli yılı aşan ömür müddeti içinde, adeta başına gelmeyen kalmadı: Mahkemeler, sürgünler, zindanlar, darbeler, muhtıralar, idamlar, ağır cezalar, toplu cezalar, sinsi propagandalar, dehşetli komitacılık faaliyetleri, vesâire...
Şahıs ve kadro bazında ise, dayanılmaz ceza ve eziyetlere mahkûm edilen Namık Kemâller, Ziya Paşalar, Mahmud Celâleddin Paşalar, Prens Sabahaddin ve Mizancı Murad Beyler, bir kısmı Divân-ı Harb-i Örfi kararıyla asılan, geri kalan yüzlerce vatan evlâdını Sinop Hapishanesi’ne sevk edilen (1909) Ahrarlar; kezâ, cuntacıların hışmına uğrayan Adnan Menderesler, Namık Gedikler, Hasan Polatkanlar, Fatin Rüştü Zorlular, Dr. Lütfi Kırdarlar, Tevfik İleriler, Süleyman Demireller, vesâireler...
Bunların hepsi de çok ağır bedeller ödeyerek siyaset yoluyla millete hizmet etti. Buna rağmen, kıymetleri hakkıyla bilinemedi. Halen de tam olarak biliniyor değildir. Zira, onlar bir dâvâ, bir misyon uğrunda en büyük mağduriyeti, hatta mazlûmiyeti yaşadıkları halde, zalimce örselenen bu hakkın telâfisi cihetine gidilmedi. Öyle ki, o mazlumların ismini her fırsatta zikreden günümüzün sözde demokrat muktedirleri bile, işin istismarından öteye gitmediler, gidemediler. Belki de gitmek istemediler, yahut istemiyorlar.
Her ne ise... Şayet orta yerde bir siyasî mağduriyet varsa—ki vardır—hakperest olanların, dahası demokrat olanların öncelikle bunu kaldırmaya çalışması gerekmez mi? Ama hayır, Demokratların başına gelen söz konusu siyasî mağduriyet, özellikle 1980 darbesinden bu yana tek başına iktidar olanların umurunda dahi olmadı.
Oysa ki, bir siyasî mağduriyet orta yerde duruyorsa ve bunun kaldırılması cihetine gidil(e)miyorsa, diğer mağduriyetlerin hiç biri hakkıyla giderilemez ve kaldırılamaz.
Zira, bir yerde adâlet yoksa istibdat var demektir. İstibdat ise, siyasetin tepe noktasından başlar, aşağıya doğru bütün ünitelere, bütün kademelere sirayet ederek tesirini icra eder.
Evet, “Balık baştan kokar” misâli, hiç şüphe edilmesin ki, “Taklidin pederi olan istibdâd-ı ilmî” dahi “İstibdâd-ı siyâsînin veledi”dir. Tepeden aşağıya doğru iner, her şubede menfi tesirini gösterir. (Bkz: Bediüzzaman; Münâzarât: 22)
* * *
1876’da Meşrûtiyet’in ilk ilân edilmesi, hiç tereddütsüz, hamiyetli Ahrar-ı Osmaniye Cemiyeti’nin gayretleriyle tahakkuk etti. Kezâ, ilk Meclis’in teşkili ve ilk sivil Anayasa olan Kànun-i Esâsi’nin hazırlanması da öyle... Ne var ki, bu emsalsiz hizmetin hizmetkârları, en az 30 yıl müddetle yine emsâlsiz ve acımasız bir muameleye mâruz bırakıldılar. Bir bakıma, o büyük hizmetin bedelini ödemiş oldular.
Aynı şekilde, II. Meşrûtiyet’in 1908’de ilân edilmesi, yine samimî Ahrarların ciddî gayretleri sayesinde mümkün olabildi. Fakat ne yazık ki, sadece kısa ömürlü iki hükümet denemesinden sonra, ardı hâlâ karanlık olan 31 Mart Vak’ası bahanesiyle, bu hürriyetperver kadrolar biçilerek siyaset sahnesinde diskalifiye edildiler.
35 yıl sonra, yani 1946’dan itibaren yeniden dirilmeye başlayan Ahrar-Demokrat misyon, 1950’de tek başına iktidara geldi. Türkiye, muhteşem bir on yıllık demokrasi havasını teneffüs etti. Muazzam bir kalkınma hamlesini yaşadı. Doğu Bölgeleri dahil, yurdun hiçbir yerinde unsuriyet çatışması vukû bulmadı. Türk, Kürt, Arap, vs. hep bir arada saadetli bir kardeşlik hayatının mümkün olduğunu gösterdi.
Vâ esefâ ki, o cuntacı kanlı mezâlim, burada da Demokratların karşısına çıktı. Hür iradeyle iktidara gelmiş olan kadroları, 1960’ta insanlık dışı yöntemlerle devirdi, kırdı, biçti... Bununla da yetinilmedi, benzer vahşetler 12 Mart 1971’de ve daha şiddetlisi 12 Eylül 1980’de tekrarlandı.
Netice itibariyle, 150 yılı aşkın süredir, bu vatanda, karanlık odaklarla işbirliği yapan cuntacılar tarafından sadece Ahrarlar ve Demokratlar darbe ile iktidardan uzaklaştırıldılar. Dolayısıyla, siyaseten en büyük mağduriyet ve mazlûmiyeti de bu misyonun sahipleri yaşadı. İşte, bu zulümlü haksızlık giderilmeden, diğer mağduriyetlerin ortadan kaldırılabilmesi, adeta imkânsızlık derecesinde zor görünüyor.