Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra, savaş silâhlarını toplamak ve güyâ iç güvenliği sağlamak maksadıyla İstanbul’a asker çıkaran İngilizler, önce kendilerini sevdirerek kalıcı olmanın plânını yaptılar.
Bu maksatla “İngiliz Muhibbân Cemiyeti”ni kurdurup el altından desteklediler. Bundan tam başarılı olamayınca, bu kez şiddet yoluna saptılar ve kanlı eylemleri bahane ederek İstanbul’u resmen ve fiilen işgale yeltendiler. Bir gece sahaba yakın bir saatte Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolu’na baskın düzenleyerek, masum askerlerimizin üzerine kurşun yağdırdılar. Haliyle, ölen yaralananlar oldu. Ancak, onlara karşılık verilmedi, verilemedi.
Şimdi, söz konusu acıklı hikâyenin detaylarına bakalım.
*
Londra’da toplanan İtilâf Devletleri’nin (anlaşmalı galip devletlerin) dışişleri bakanları, 11 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgal edilmesi ve Anadolu’daki Kuvâ–yı Millîye öncülerinin tutuklanması kararını imzaladı.
Bu işgal ve tutuklama işinin başını İngiltere çekiyordu. Fransa, İtalya ve Yunanistan, Büyük Britanya’nın emir ve komutasında hareket etmeyi kabulleniyordu.
Söz konusu toplantıda dikkat çeken bir başka nokta, Yunanistan Başbakanı Venizelos’un da zirveye katılmasıydı. Venizelos, İstanbul’un ardından Anadolu topraklarının da işgal edilmesi gerektiğini savunuyordu.
Niyet ve maksatta anlaşmaya varan işgal güçleri, aldıkları kararı aynı gün İstanbul’daki İtilâf Devletleri Mümessillerine bildirdiler.
Londra’nın kararını görüşmek üzere toplanan İstanbul’daki temsilciler, aynı doğrultuda ikinci bir karar aldı. Bu dehşetli karar, altı gün sonra tatbik sahasına konuldu.
16 Mart (1920) sabahı Şehzadebaşı’ndaki karakola baskın düzenleyen işgal kuvvetleri, burada 6 askerimizi şehit ettikten ve 16 askerimizi de yaraladıktan sonra, İstanbul’un tamamını vahşice işgal altına aldı.
Bu fiilî işgal hareketinden, hükümet, Meclis, basın–yayın, haberleşme gibi ülkenin kalbi ve can damarı hükmündeki bütün kurum ve kuruluşlar nasibini aldı.
Aynı gün, yaklaşık 150 kadar subay, sivil bürok-rat ile mebus tutuklanarak nezarete alındı ve bilâhare Malta’ya sürgün olarak gönderildi.
İşgal kuvvetlerine yakalanmadan kaçmayı başaran mebusların çoğu ise, Ankara’nın yolunu tuttu. 23 Nisan’da toplanan mebuslar, burada yeni bir Millet Meclisi’ni kurmaya muvaffak oldu.
Malta adasında tutuklu bulunanların arasında bazı çok meşhur olmuş simalar da vardı. Bilâhare, mübadele (takas) usûlüyle bir kısmı vatanlarına dönerek yeniden hürriyetine kavuşurken, bir kısmı da oradan Avrupa’nın muhtelif ülkelerine gitti.
Kule gibi karınca evleri
Çalışkan karınca milleti, her yerde olduğu gibi, Afrika Kıt’ası’nda da çok güçlü ve kalabalıklar. Nereye gitseniz, onlarla karşılaşıyorsunuz. Büyük karıncalar geniş ve tenha arazilerde kendini gösterirken, küçücük olanlarına ise, en yüksek apartmanların dairelerinde bile rastlayabiliyorsunuz.

Karıncalar, aynı zamanda çok garanticidir. Yuvalarını öylesine sağlam ve korunaklı yerlerde yaparlar ki, incelerken hayrette kalıyorsunuz.
İşte dışarıdaki karınca yuvalarından birinin muhteşem resmi. Kulenin yüksekliği iki metreden fazla. Tropikal bölgede olduğu halde, ne yağmurdan zarar görüyor, ne de selden etkileniyor. Üstelik, arka tarafı da askerî bölge. Yasak, gidemiyor ve oralarda dolaşamıyorsunuz. Bu yoldan uzun süredir gidip gelenlere sorduk, yıllardır şiddetli yağmura, rüzgâra, fırtınaya rağmen, şu karınca kulesi dimdik ayakta duruyor.