"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kısaca “iman kurtarma hizmeti”

M. Latif SALİHOĞLU
08 Kasım 2021, Pazartesi
Hiç peşrev çekmeden ve lâfı hiç dolaştırmadan asıl konuya girelim: Dost-düşman hemen herkesin bir şekilde alâkadar olduğu, olmak durumunda kaldığı Bediüzzaman Hazretleri’nin en büyük gayesi ve hedef-i maksadı, hiç şüphesiz “iman kurtarma hizmeti”dir.

Zira, iman hakikati, bu zamanda dehşetli saldırılara mâruz olup ciddî sarsıntılar geçiriyor.

Evet, her insanın başına “ebedî bir hayatı kazanmak veya kaybetmek dâvâsı” açılmış durumda.

İşte, fedakârlığın ve feragatin zirvesinde bulunan Bediüzzaman Hazretleri de, insanlara o dâvâyı kazandırmak için, dünya-âhiret iki hayatını iki eline almış ve âhir ömrüne kadar bu istikamette kalarak, eserleriyle ve yetiştirmiş olduğu talebeleriyle hizmet etmiştir.

Öyle ki, sadece dost, kardeş ve talebe statüsünde olan yakınlarına değil, onu zehirleyen, zindana atan, hatta idamını isteyen azılı düşmanları için dahi iman ve hidayet temennisinde bulunmuş ve Nurlar’la imanını kurtaranlara hakkını helâl etmiştir.

İşte kendi ifadeleri: “Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim.”

Üstad Bediüzzaman, göstermiş olduğu bu fedakârlık sayesinde, iman hakikatinin her tarafa yayıldığını ve Nur mekteb-i irfânında milyonlarca talebenin yetişmiş olduğunu, aynı mektubun devamında ifade ediyor. [Bkz: (Tarihçe-i Hayat, s. 596)]

*

Üstad Bediüzzaman, Şuâlar’daki bir mektubunda Nur Talebelerine duâ ederken, bir müddet “Sâdıkîna / sâdık olanlar” tabirini kullandığını ve bilâhare bu “Sâdıkîna”yı bir yerde kaldırdığını beyan ediyor. Haliyle, bir çokları gibi bizim de zihnimize “Niçin sâdık olmayan Nur Talebelerine de duâ ediyor?” suali takılıp duruyordu.

Sonradan anladık ki, Hazret-i Üstad, evvelâ Nur dairesi içinde olup sadâkatini muhafaza edemeyenler de bu duâdan mahrum kalmasınlar diye düşünerek böyle bir tasarrufta bulunmuş.

Sâniyen, anlıyoruz ki: Safi iman hakikatlerini ders veren Nur Risâlelerini tahrif etmeden okuyan (hâkim, savcı, bilirkişi...) herkesin “Nurcu” olarak tesmiye edilebileceğini, dolayısıyla tenkit niyetiyle okuyanların dahi imanını kurtarabileceğini nazar-ı itibara alarak, onları da duâsına dahil edip hepsine hakkını helâl ettiğini; ayrıca,  kendi intikamının onlardan alınmamasını talebelerine vasiyet ediyor.

*

Hüsrev Altınbaşak’ın Afyon Mahkemesi’yle alâkalı (muhtelif noktalara da temas eden) gayr-ı münteşir bir mektubunda aynen şunları okumaktayız:

Çok Sevgili Üstadımız Efendimiz! 

Dünkü mahkemeniz çok ehemmiyetli, çok heyecanlı olmuş. Avukat Halil Hilmî, baştan nihâyete kadar cereyan eden mahkeme safahatında elde ettiği kanaatını hülâsaten serdettikten sonra... (şunları nakletti:)

“Denizli Mahkemesi’nde, Said Nursî, kendisine ‘Başını niye açmıyorsun? Sarığını niye çıkarmıyorsun?’ dedikleri zaman ‘Başım gövdemden ayrılmadıkça veya boynuma ip takılıp asılmadıkça bu teklifinizi bana tatbik edemezsiniz!’ diye pek şiddetli konuştu.”

Hey’et-i hâkimenin sizi konuşturmak istememelerine rağmen, siz sevgili Üstadımız, ısrar ile söz almış ve “Avukat doğru söyledi” diye söze başlamışsınız.

Yirmi iki seneden beri bilafâsıla gizli düşmanlarınız tarafından şahs-ı mübarekenize yapılan pek şiddetli işkenceleri, ihanetleri yâdettikten sonra: “Benim müdafaatım elinizdeki risâlelerimdir. Talebelerim bilirler ki, benim gizli düşmanlarım beni idam etseler, sonra Risâle-i Nur’la imanlarını kurtarsalar, ben onlara hakkımı helâl ediyorum. Eğer siz de benim o gizli düşmanlarımın şahsıma yaptıkları nâkabil-i tahammül işkenceleri bilseydiniz, siz de benim halime ağlayacaktınız. Hatta burada sekiz aydan beri bana çektirdiğiniz azaplardan dolayı size de hakkımı helâl ediyorum.”

*

Bediüzzaman’ın can düşmanı olan bazı bîçarelerin de Nur Risâlelerini okuyarak imanlarını kurtardığına dair bir başka izahatı da, 26. Lem’â’daki 16. Ricâ’dan okuyup öğreniyoruz. Bu hususta şunları söylüyor Üstad: “Ben pek çok müteellim ve Nurlar’a gelen o zarardan dehşetli müteessir iken, bir inâyet-i İlâhiye imdadımıza yetişti. O gizlenmiş ve ehl-i hükümet onları okumaya çok muhtaç olan o ehemmiyetli Risâleleri kemâl-i merak ve dikkatle okumaya başlayıp, büyük resmî daireler adeta bir dershane-i Nuriye hükmüne geçti. Tenkit fikriyle (okudukları halde) takdire başladılar. Hattâ Denizli’de, hiç haberimiz yokken, fevkalâde perde altında, matbu Âyetü’l-Kübrâ’yı resmî ve gayr-ı resmî pek çok adamlar okudular, imanlarını kuvvetlendirdiler, bizim hapis musîbetimizi hiçe indirdiler.”

Velhasıl, bu ve benzeri bahislerdeki ifadelerden anlıyoruz ki, Risâleler vasıtasıyla imanlarını kurtaran muarızlar bile, o eserleri orijinal haliyle, yani hiç tahrif etmeden, asliyetini, halâvetini bozmadan okuyup istifade etmişler. Ne mutlu. (08 Kasım 2013’ün bir özeti)

Okunma Sayısı: 1894
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Neslinur

    8.11.2021 13:11:10

    Çok muhterem lâtif ağabey, üstad hz leri nasıl bir ruh hali taşıyormuş ki; kendisine çektirilen bunca eza ve cefa karşısında hakkını helal ediyor. Emeğinize sağlık. Kaleminizin mürekkebi uzun yıllar kurumasın inşallah. Rabbimden sıhhat ve afiyetler dilerim.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı