Yakın tarihte “Koçgiri İsyanı” olarak bilinen hadisenin yaşandığı Sivas merkezli bölgede, Ankara’da henüz kurulmuş bulunan Millet Meclisi ve Millî Mücadele hükûmeti tarafından 10 Mart 1921’de sıkıyönetim ilân edildi.
Sıkıyönetim, o bölgede hissedilen, hatta uç veren gerginlik sebebiyle ilân edildi ve aylarca devam etti. Sonunda iş, ne yazık ki kanlı bir boğuşmaya dönüştü. Hadisenin son bulması ise, ancak 17 Haziran’da mümkün olabildi.
Şimdi, General Abdullah Alpdoğan, Topal Osman ve Sakallı Nureddin Paşa gibi meşhûr isimlerin de aktif şekilde rol aldığı hadisenin genel seyrine bakalım.
* * *
Millî Mücadele’nin en kritik günlerinde (Haziran 1921) yaşanan Koçgiri İsyanı, sosyal yönüyle Şeyh Said (1925) ve Dersim Hadisesi’ne (1937) benzemekle birlikte, siyasî yönü itibariyle farklı ve kendine has özellikler taşıyor.
Üç aydan fazla devam eden ve 17 Haziran 1921'de nihayet bulan Koçgiri İsyanı, siyasî ve hukukî açıdan "Sevr Antlaşması"na dayandırılıyordu.
Ecnebilerle İstanbul hükümeti arasında 10 Ağustos 1920'de imzalanan meşhûr Sevr Antlaşması’na göre, İç Anadolu'nun cüz'î bir kısmı Müslüman Türklere bırakılıyor. Türkiye'nin geriye kalan toprakları yabancı devletler arasında paylaşılıyor, taksim ediliyordu.
İşte, Dersim'in (Tunceli) Kuzeybatı kesimini merkez alarak, Erzurum, Erzincan, Sivas, Elaziz, Malatya, Mardin ve Diyarbekir'e kadar uzanan geniş coğrafyada etkisini gösteren Koçgiri Hareketi de, Anadolu'nun bölünmesinden nasibini almak ve bu geniş mıntıkada bir "Kürt devleti" kurmak maksadıyla başlatıldı.
Koçgiri, her ne kadar küçük bir aşiretin ismi olsa da, isyan hareketine ismini veren Koçgiri, esasında bir aşiretler topluluğunun müşterek ismi ve hareketi hüviyetini taşıyordu. Koçgiri İsyanı’na katılanların çoğunluğunu muhtelif Kürt aşiretine mensup kimseler teşkil ediyordu. Kurmanci, Zazaki ve Dımıllî konuşan bu aşiretlerin ekseriyeti, aynı zamanda Alevî kesim olarak biliniyordu.
Bundan dolayı, aynı isyana destek verenlerin içinde, az da olsa Dersimli Alevî Türklerin de yer aldığı rivayet ediliyor.
Ama, sosyolojik yapısı ne şekilde olursa olsun, ortada bir siyasî hesabın olduğu kesin. Üstelik bu hesap, kabul edilmesi mümkün olmayan 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Muahedesi’ne kadar gidip dayanıyordu. Sevr hükümlerinin bu bölgede uygulanmasını isteyen ve hatta halkı bu maksatla isyana kışkırtan ise, işgalci İngilizlerin desteğiyle 1918’de İstanbul’da kurulan ve aynı şekilde siyasî faaliyetlerde bulunan Kürdistan Teali Cemiyeti’dir.
Ne var ki, isyan hareketini, siyasî ve diplomatik manevralarla daha insanî şekilde bitirmek mümkün iken, yeni Ankara hükümetinin anlaşılması zor ve pek tuhaf tutumu yüzünden, bu isyan hareketi çok pahalıya mal oldu.
Ankara tarafından, işin içine bilhassa Topal Osman'ın sokulmasıyla birlikte, bölgede tam anlamıyla bir "kardeş kavgası" çıktı ve taraflardan binlerce insanın kanı—adeta bir hiç uğruna—toprağa döküldü.
Aylarca süren kanlı çatışmalardan sonra, aşiretin tanınmış liderlerinden Alişan Beyin 17 Haziran 1921'de yakalanmasıyla birlikte, isyan hareketi de sona ermiş oldu. Yakalanan isyancıların bir kısmı ilk fırsatta kurşuna dizildi, kafaları kesildi ve bir kısmı da askerî mahkeme tarafından idam edildiler.
Üç-dört ay kadar süren ve 17 Haziran 1921'de sona eren Koçgiri İsyanı, binlerce vatan evlâdının hayatına mal oldu.
İnsanlarımızın içinde kalan kahır derecesindeki ateş ise, kurşuna dizildikten sonra kafası kesilen kimselerin meçhûl bir yere gömülmeleridir. İnsan, öldürdüğü düşmanının cesedi üzerinde bu derece vahşiyane bir uygulamada bulunmaz, bulunmamalı. Yani, isyan ne derece yanlışsa, isyan bölgesindeki vatandaşlara yapılan muamele de o derece yanlış ve hatalı. İçerde derin ve unutulmaz bir yara kalmasının asıl sebebi budur.