Aktif şekilde on beş yıl kadar faaliyet gösteren ve 17 Nisan 1940 tarihinde resmî kuruluşu tamamlanan meşhûr Köy Enstitüleri, 27 Ocak 1954’te resmen kapatılmış oldu.
Şu kadarı var ki, Köy Enstitüleri’nin fiilî noktada marjinal hızını kaybederek kapanma sürecine girmesi, 1950’den de öncesine dayanır. Menfi tarafı iyiden iyiye ağır bastığı herkes tarafından görülmesi sebebiyle, hiçbir parti bu okulları savunmayı göze alamadı. Öyle ki, muhallefetteki Halk Partisi dahi kendi eseri olan bu eğitim kuruluşuna sahip çıkamaz hale geldi.
Bir noktayı daha nazara vererek, Köy Enstitüleri’nin serencamına öyle geçelim.
O da şudur: Menfi ve şer olarak görülen bir şey, bütünüyle ve her yönüyle şer ve menfi olmayabiliyor. İçinde bazı iyilikleri, güzellikleri de barındırabiliyor. Bu sebeple, Köy Enstitüleri’nin bazı iyi taraflarının olması, zihinleri bulandırmamalı.
Hani, şöyle muhkem bir söz var: Her dalâlet fırkasının içinde de, bir dâne-i hakikat bulunabilir. İşte Köy Enstitüleri de o hesap.
*
Köy Enstitüleri, faal olduğu yıllar içinde, yekûn 17 binden fazla köy öğretmeni yetiştirip mezun etti. (Bir çok menfi örnek yanında, bir müsbet bâbında ifade edelim: Eflânili Merhum Mustafa Sungur da, o mezunlardan biridir.)
Zamanla sayısı 20’yi geçen bu okulların en meşhûr olanı, Ankara'nın yanı başında kurulan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’dür. Diğerleri ise, Türkiye'nin muhtelif bölgelerinde, özellikle demiryoluna yakın köylerde tesis edildi.
Yukarıda da temas ettiğimiz gibi, Köy Enstitüleri hakkında toptancı bir yaklaşımla değerlendirme yapmak doğru olmaz. Zira, bu okulların çok fenâ yönleri yanında bazı faydaları da görülmüştür. Meselâ, köy çocuklarının zaten içinde bulundukları tarım ve ziraat sahasında hem teorik, hem de pratikte daha bilinçli şekilde yetiştirilmeleri, köylülerin de bunları örnek alarak daha modern ve kaliteli üretim yapmaya yönelmeleri, nisbî bir fayda sağlamıştır.
Buna mukabil, dinî, ahlâkî ve kültürel sahada özden sapma, hatta sapıklık derecesindeki yaşantılara meydan verme şeklinde görülebilecek öyle uygulamalar olmuştur ki, cidden tam bir yüzkarası niteliğinde.
Zaten, bu okulların kapatılmasında en büyük gerekçe de bu olmuştur ki, ilk on yıllık sürenin ardından, bu enstitüleri açtıranlar dahi yaptıklarını savunamaz bir duruma gelmişlerdir.
Meselâ, Anadolu köy çocuklarının müzikte en yatkın oldukları saz ve kaval çalmayı ve bu çalgılar eşliğinde halk müziğini geliştirmek yerine, bu çocuklar daha çok Avrupaî tarzı yansıtan mandolin ve akardeon çalmaya zorlanmışlardır.
Beterin beteri ise, ekseriyeti yatılı olan Köy Enstitüleri’ndeki kız ve erkek öğrencilerin karma eğitime tabi tutulması ve bu gençlerin yine bozulmuş Avrupa’nın ahlâk normlarını bile zorlayan din dışı bir hayata alıştırılmaya çalışılması olmuştur.
Neticede, muhalefet partisinin bile artık savunamaz hale geldiği Köy Enstitüleri, 1954'te resmen kapatılarak tarihe karışmış oldu.
*
Köy Enstitüleri’nin kurucu babası olarak bilinen şahıs, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’dir. Bu konuda ondan bahsetmemek olmaz.
Tam 8,5 sene süreyle Millî Eğitim Bakanlığı makamını işgal eden Yücel, fikren ve itikaden Mustafa Kemal'e olduğu kadar, İsmet Paşa’ya da bağlıydı ve onları âdeta taparcasına severdi.
Nitekim, bu bağlılığını eğitim sahasındaki icraatleriyle, bilhassa büyük tartışmalara yol açan Köy Enstitüleri’ni kurup işletmesiyle ispat ettiğini, yine bizzat kendisi ifade ediyor.
Hem İsmetçi, hem de katı bir Kemalist olan Şair Yücel’in en dikkat çekici özelliğini onun şu mısralarında görmek mümkün:
Ben bir Türk'üm; soyum-ırkım uludur
Göğsüm millet sevgisiyle doludur
Tuttuğum yol Atatürk'ün yoludur
Hep o yoldan yürümektir dileğim
Böyle doğdum, Cumhuriyetçiyim ben
Hem halkçıyım, hem milliyetçiyim ben
İnkılâpçı, laik, devletçiyim ben
Her birini bir okla göstereyim
Bu Altı Ok Kemalizmin özüdür
Altısı da Anayasa sözüdür
Atatürk ki milletinin gözüdür
Bu inançla yüceliğe ereyim