"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Osmanlı’yı çökerten Kırım Harbi

M. Latif SALİHOĞLU
28 Mart 2014, Cuma
Tarihte Bugün: 28 Mart

Savaşın genişlemesi

4 Ekim 1853’te Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında başlayan Kırım Savaşı, 28 Mart 1854’ten itibaren büsbütün genişlemeye başladı. Bu büyük savaşa Fransız ve İngiliz kuvvetleri de müttefikimiz olarak dahil oldu.
Rus kuvvetlerinin Eflak ile Boğdan’ı işgal etmesi üzerine 26 Eylül 1853’te toplanan Osmanlı (Bâbıâli) Meclisi,  Rusya’ya karşı Harb ilân edilmesine karar verdi. Şeyhülislâm’ın fetvâ vermesinin ardından, 4 Ekim’de harb kararı resmen ilân edildi.
Muhtelif noktalarda çatışmalar devam ederken, 30 Kasım günü Sinop açıklarında bir büyük fâcia yaşandı. Buradaki Osmanlı filosu baskına uğradı ve dört bin askerin yarısı şehit düştü.
Rusya’nın burada üstünlük sağlamasından ve Boğazlara hakimiyet kurmasından endişe eden Fransa ile İngiltere harekete geçti. Rusya’nın Eflak ve Boğdan’dan çekilmesi için ültimatom veren bu iki ülke, belirtilen bir aylık sürenin tamamlanmasından sonra (28 Mart 1854), onlar da Rusya’ya harb ilân ederek donanmalarını Osmanlı’nın yardımına gönderdi. 31 Mart’ta Gelibolu’ya varan müttefik donanması, buradan Karadeniz’e geçerek Rusya’nın stratejik limanlarını bombardıman etmeye başladı.

Galip iken mağlup olduk

Çok ağır can ve mal zayiatına sebebiyet veren Kırım Harbi (Osmanlı–Rus Savaşı), yaklaşık 3  yıl (1853-6) devam etti.
Adı "Kırım Harbi" olmasına rağmen, savaş çok geniş bir coğrafyada yaşandı: Karadeniz, Baltık Denizi, Tuna kıyıları, Kırım Yarımadası ve Kafkaslar.
Kırım Savaşı, her ne kadar Osmanlı ve müttefiklerinin (İngiltere, Fransa, Sardinya) galibiyeti ile sonuçlanmış gibi görünüyor olsa da, Avrupa devletlerine borçlanmak zorunda kalan Osmanlı Devleti, savaştan beter bir külfetin altına girmiş oldu.
Savaşların ömrü, en fazla beş–on yıl olur. Osmanlı'nın Kırım Harbi sebebiyle girmiş olduğu iç ve dış borç batağanın külfeti ise, yaklaşık yüz yıl sürdü.

Beş milyon İngiliz altını

Osmanlı Devleti, maddî sıkıntıya girdiği daha evvelki dönemlerde iç borçlanmaya giderek, yahut vergi yükünü artırarak sıkıntıyı telâfi etme cihetine giderdi. Kırım Harbinden dolayı masrafların artması üzerine, Bâbıâli, Osmanlı tarihinde ilk defa olmak üzere dış borçlanmaya (istikraz) mecbur kaldı.
28 Haziran 1855'te Londra'da yapılan bir mukavele ile, Osmanlı hükûmeti, İngiltere ve Fransa'dan beş milyon İngiliz altını borç aldı.
Bu borç, ayrıca yıllık yüzde 4 faiz ile yüzde 1 nisbetinde amortisman bedelinde kabul edildi. Teminat olarak da, merkezî devletin yekûn gelirlerine ilâveten, Mısır harâciyesi ile İzmir ve Suriye gümrüklerinin hasılatı gösterildi.
İşte, 1954'de, yani tam yüz yıl devam eden meşhûr "Düyûn–u Umumiye"nin ilk safhasına bu şekilde girilmiş oldu.
İşin en hazin tarafı da şudur: Mevcut borçların hafifletilmesi bir yana, ileriki zamanlarda ilâve borçlanmalara gidilerek, altından çıkılamayacak kadar ağır bir faturanın teşkiline sebebiyet verildi.
* * *
Evet, 1854–74 yılları arasında 15 ayrı dış borçlanmaya daha gidildi. Bu dönem içinde, yaklaşık 240 milyon lira borçlanıldığı halde, devletin eline ancak 127 milyon lira para geçmiştir.
Aradaki fark "uçurum" şeklinde ifade edilebilir ki, bu derin uçurum yüz sene sonra ancak kapatılabildi.

KISA KISA

1920: Fran­sız iş­gal kuv­vet­le­ri­ne kar­şı sür­dü­rü­len “An­tep mü­da­fa­a­sı”nda, Ki­lis-An­tep yo­lu­nu kah­ra­man­ca ka­pat­ma­yı ba­şa­ran Teğ­men Şa­hin (Meh­med Sa­id), gi­riş­ti­ği çar­pış­ma so­nu­cu şe­hid ol­du.
1977: Ka­nar­ya A­da­la­rı’nda ha­va­cı­lık ta­ri­hi­nin en bü­yük ka­za­sı ol­du. Los Ro­de­os Ha­va­li­ma­nında kal­kış sı­ra­sın­da çar­pı­şan KLM ve Pa­nAm Ha­va­yol­la­rına a­it Bo­e­ing-747 ti­pi i­ki jum­bo jet­te­ bu­lu­nan 574 ki­şi öl­dü, 70 ki­şi ya­ra­lı o­la­rak kur­tul­du.

Cemil Meriç
Her eser kendi diliyle doğar

Necmeddin Şahiner’in 1980’li yıllarda röportaj yaptığı mütefekkir Cemil Meriç’in “Risâle-i Nur’un lisânı” ile ilgili sorulara vermiş olduğu cevaplar aşağıdaki gibidir.

S: Risâle-i Nur Külliyatının dilini ve üslûbunu nasıl buluyorsunuz?

C: Her eser kendi diliyle doğar. Risâle-i Nur'un dili Kur'anî ve İslâmî bir lisandır. Evveliyetle Kur'anî ve İslâmî kelimeler tercüme edilemez.
Risâle-i Nur imanın dilidir. İman tercüme edilemez. İman, hendese değil ki tercüme edilsin.
Bediüzzaman Said Nursî'nin eserlerini, ancak, Said Nursî kabiliyetinde ve İslâmî kelime hazinesini onun kadar iyi bilen birisi nihayet tevil ve tefsire kalkışabilir. Bunu da ne kadar yapabileceği yaptıktan sonra belli olur.
Risâle-i Nurları tercüme etmek mümkün değildir. Risâle-i Nurları anlamaya çalışmak, ancak bize nasip olabilecek en büyük mükafattır.
Risâle-i Nurun kelimeleri üzerinde oynamak kimsenin hakkı değildir, haddi de değildir.

S: Şark ve Garbtaki eserleri okuyup bilen bir mütefekkir olarak, tedkik ettiğiniz Risâle-i Nurların enteresan veya orijinal bulduğunuz bir cihetini anlatır mısınız?

C: Risâle-i Nur hazinesinin şu ciheti bu ciheti diye bir tefrik yapılamaz.
Müstesna olan Nur eserlerinin bütünüdür. Risâle-i Nur'da üslup ile mânâ tam bir ahenk halindedir. Denizin suyunda tuzla su nasıl kaynamışsa, Nur eserlerinde de mana ile üslup o şekilde kaynaşmıştır.
Bediüzzaman, mükemmel bir hafıza ile bütün kaynakları ezberlemiştir. Bediüzzaman'ın bir kütüphaneye ihtiyacı yoktur. Onun eserleri ilham-ı Rabbãnidir.

S: Risâle-i Nur'un Türk ilinde ve Türk dilinde olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

C: Koca bir devlet kurmuşuz, cihana hükmetmişiz. İslâm dünyasında abilik vazifesi bize düşer. Dünya hakikatı bizden almış, iktibas etmişler. Büyük mesuliyetimiz var.
Risâle-i Nur milletimize Rabbanî bir iltifattır. Risâle-i Nurun bizim ülkemizde çıkması Allah'ın bir nimetidir.
Risâle-i Nurlar haysiyetimizin bir müdafaasıdır. İslâm dünyasında ihraz etmiş bulunduğumuz mevki-i bülendin hakkı olduğunu isbat eden bir hüccettir. Yani, Risâle-i Nur bizim nâmusumuzu kurtarıyor.

Okunma Sayısı: 16006
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • celal can

    28.3.2014 10:02:00

       Her zinazar,gözüyle yerden ta Neptüne seyyaresine kadar bir saniyede çıkar.Her ziilim ,aklıyla kozmoğrafya kanunlarına binip yıldızların ta arkasına bir dakikada gider.Her ziiman ,namazın ef’al ve erkanına fikrini bindirip,bir nevi Miraçla kainata arkasını atıp huzura kadar gider.Her zikalb ve kamil veli,seyr-i suluk ile ,arştan(göğün en yüksek katı ;Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer) ve dairei esma ve sıfattan (Allah!ın isim ve sıfatlarının tecelli dairesi) ni kırk günde geçer.Cenab-ı Hak kendini ’’bütün eşyayı işitir ve görür’’İSRA SURESİ’’sıfatıyla tavsif etmiştir ta o emanet onun O anahtarın cihanşumul ve muhit ve umuma kainata bütün mahlukata şamil hikmetlerini göstersin(31.SÖZ ).Risalei nurlar kırk yılda medrese ilmiyle alınacak ilmi,ehline kırk günde veriyor.RİSALEİ NUR saaadeti ebediyenin kapısını açacak bir anahtar(31.söz) mana ve uslup o anahtarın şifreleri ,şifreleri tahrif etmek o kapının açılmaması demektir.RN sağdeleştirilemez.

  • Garib Doğu

    28.3.2014 05:12:00

    Bir edibin,bir edebiyatçının Risale-i Nur’un dili için söyledikleri tebrik ve takdire şayan, Maşallah ve Barekellah dediren ifadelerdir.Ediblere hüsnü misaldir Cemil Meriç.Allah gani gani Rahmet etsin,kabrini pür nur eylesin.Amin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı