Evet, aradan tahminen bir sene kadar zaman geçti. Cağaloğlu’daki perakende kitap satış ünitesindeyiz. İçeriye başı örtülü bir hanım girdi. Risâle-i Nur Külliyatı’na ait ciltleri teker teker almak istediğini söyledi. Ünite sorumlusu Mustafa Beyle birlikte, yardımcı olacağımızı, kolaylık göstereceğimizi, hatta gerekirse adresinize kadar kitapları getirebileceğimizi söyledik.
Teşekkür etti, ancak bu mümkün değil diyerek devam etti: “Beyimden gizlice alıp okuyorum bu eserleri. Kur’ân’ı bile gizlice okudum. Çok karşı, çok. Görse böyle bir şey, küfreder, kötü konuşur. Onun için, mutfak harçlığımdan arttırıp gizli alır, gizlice okurum bu kitapları.”
Hemen ardından bize dönüp “Siz Latif Bey değil misiniz?” diye sordu. Kısa bir şaşkınlık geçirdik. Çünkü tanımıyorduk.
Sonra kendisi bir yıl önce evlerine gidişimizi hatırlattı. Fakat, yine de tanımak mümkün değildi; zira o zaman başı açık, şimdi ise tam tesettürlü idi.
Neyse, vakit darlığından fazla bekleyemedi ve büyük boy risâle ciltlerinden bir-iki eser alıp o gün gitti.
Ve, bir ay sonra Külliyat’ın bir diğer cildini almak üzere Bedia Ablamız tekrar çıkıp geldi. Onları okumuş, anlayamadığı kelimeleri öğrenmek için, bir de lûgat istiyordu.
Bir yandan kitaplarını hazırlarken, bir yandan da bize yaşadıklarını ve başından geçen çok ibretli bir rüyâyı nakletti.
*
Bedia Hanım, hidayetine vesile olan rüyâyı ve buna bağlı olarak yaşadığı halleri bize şöyle anlattı:
“Siz bize kitap getirdikten sonraki günlerdi. Bir Cuma gecesiydi. Rüyâmda örtünmüş, edeb içinde oturmuş bir halde gördüm kendimi. Birden sağ tarafımdan evliya gibi mübarek bir zat belirdi. Hafifçe dönüp baktım, sarığıyla, cübbesiyle Bediüzzaman Said Nursî. Elinde Kur’ân vardı. Açtı ve eliyle önümde tuttu. ‘Bismillah diyerek oku evlâdım’ dedi. Heyecan ve ürperti ile uyandım.
“Sabah oldu, derin düşüncelere daldım. İçinde bulunduğum aile çevresi, böyle bir şeye yönelmemi asla kabul etmezdi. Ne yapacaktım şimdi. Hocaya, Kur’ân kursuna gitmeyi bırakın, Elif-Bâ’yı alıp evde okumama bile tahammül edilmezdi. Biliyorum, görseler ‘Kafayı yemiş’ falan derlerdi. O hafta öyle geçti.
“Aynı rüyâ sahnesi, bir hafta sonra ve ardından bir hafta sonra, yine aynı Cuma gecesi olmak üzere tam üç kez tekrarlandı. Üstad Bediüzzaman, her defasında ‘Bismillah diyerek Kur’ân’ı oku evlâdım’ diyordu.
“Artık Kur’ân’ı öğrenmenin mutlaka bir yolunu bulmalıydım. Başka kurtuluş çaresi yoktu. Gizliden kitapçıları dolaştım. Bir yerde Arapça-Türkçe Elif cüzünü bulup okumayı sökmeye uğraştım. Günlerce, haftalarca çabaladım, ancak hiçbir ilerleme sağlayamadım. Sıfır noktasından ileriye gidemedim. Hafızam sanki kilitlenmiş halde.
“Bir Perşembe günü abdest aldım, başımı örttüm, ellerimi açıp Allah’a şöyle yalvardım: ‘Allah’ım, o mübarek zatı rüyâma bir kez daha gönder de, Kur’ân’ı nasıl öğreneceğimi bana göstersin, bana yardımcı olsun.’
“Aynen duâ ettiğim gibi, o Cuma gecesi Üstad rüyâda bana bir kez daha gözüktü. Ve, Kur’ân’ın bütün harflerini rüyâda bana gösterdi, okuttu, ezber ettirdi.
“Sabah uyandığımda, rüyâda öğrettiklerini, inceliklerine varıncaya kadar her şeyi ezbere bildiğimi fark ettim.
“Hayretler içindeydim. Harfler, harekeler, kelimeler, âyet-cümle derken, bir hafta içinde Kur’ân’a geçtim. Hiç zorlanmadan ve başka hiç kimseden ders falan da almadan, âyetleri şakır şakır okumaya başladım.
“Aynı sür’at içinde Kur’ân’ı baştan sona okuyup hatmettim.
“Sonra, hiç ara vermeden, Risâle-i Nurlar’ı temin edip okumaya geçtim.
“Bütün bunlar, tam bir gizlilik içinde oldu. Kitapları da hep saklı yerde tuttum. Geceleri beyim uyuduktan sonra (adam sakat olduğu için, gündüzleri de evde olup, bir şirketin defterini tutuyor ve bazı da daktilo/dizgi işleri yapıyormuş), lambaları da yakmadan, daha çok mum ışığında çalıştım, okudum, öğrendim...
“Zaman zaman hatırıma gelmiyor değil, bu adamı terk edip ayrılayım diye. Ama, bir taraftan da kendi eski halimi hatırlayarak,—çünkü aynı fikirdeydik—’Allah belki ona da bir hidayet nasip eder’ diye düşünüp teselli buluyor ve bu dayanılmaz sıkıntıya katlanmaya devam ediyorum.” (Devamı var)