"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şaşırtıcı gelişmeler

M. Latif SALİHOĞLU
12 Şubat 2013, Salı
Türkiye’de sarsıcı, şaşırtıcı gelişmeler yaşanıyor.

Bu gelişmeler, bazıları için hayal sınırlarını zorlayan, kimileri için de zihnî sendromlara sebebiyet verecek boyutlara doğru tırmanış gösteren bir mahiyet arz ediyor.
Her daim dengeli, ölçülü ve akl-ı selim ile hareket etmeyi prensip edinenlere göre ise, yaşanan gelişmeler “çarpıcı” olmakla beraber, fazla da şaşırtıcı görülmüyor.
Bu iki yönlü yansımaların sebebine, yazının ilerleyen seyri içinde bakalım.
* * *
Yaşanan gelişmeler bazı kişi ve gruplar açısından neden şoke edecek derecede şaşırtıcı oldu? Cevap: Aşağıda sıralayacağımız sebeplerden dolayı.

Hür Avrupa’dan komünist çarpığı eksene

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği doğrultusunda politikalar geliştiren, hatta 2011 yılı ortalarında ilk kez “AB Bakanlığı” kurarak üyelik koordinasyon çalışmalarını en üst seviyeye çıkaran mevcut iktidarın lider kadrosu, kim tahmin ederdi ki, bir müddet sonra tutup müzakere sürecini rölantiye sokacak; dahası, üyelikten ayrılma sinyalleri verecek, hatta tam aksi istikametteki bir yola (Rus-Çin eksenli Şangay Beşlisi) girmekten söz edip duracak?

İdam nâralarından sıkı-fıkı görüşmeye

Hemen herkesin bildiği gibi, “İmralı sâkini” için, tâ son seçimlere kadar da çokça idam tartışması yapıldığı, defalarca urgan polemiği yaşandı.
Bahçeli, miting meydanına idam ilmiği fırlatarak Erdoğan’a şöyle seslendi: “Madem ki, ‘Ben olsam idam edecektim’ diyorsun, al şu urganı da o câniyi idam et bakalım.”
Erdoğan ise, volümü daha da yükselterek şu karşılığı verdi: “Sayın Bahçeli! Sen o câniyi idam etmek istedin de urgan mı bulamadın? Eğer isteseydin, halkımız mutlaka bir yerden bulur sana getirirdi.”
Böylesine sert polemiklere çok yakın zamana şahit olan ve bilhassa Başbakan’ın ajite edici sözlerini ıslıklar eşliğinde alkışlayan bilhassa “Erdoğan meddahı” hangi vatandaş tahmin ederdi ki, devlet ve hükümet adına yegâne söz sahibi olarak görünen Başbakan Erdoğan, günün birinde “Ben olsam, idam ederdim” dediği “İmralı sâkini” ile görüşme sürecinin startını verecek, boynuna urgan geçirmek yerine ona “LCD televizyon” gönderecek, Meclis’ten çıkartmış olduğu bir “koruma kànunu” ile özel korumaya aldığı müsteşarı mârifetiyle Öcalan’la özel görüşmeler yapıldığını alâmelei’n-nâs ilân edecek ve bilhassa terörü bitirmenin yegâne çaresi (ya da son çare) olarak “terörist başı” ile yapılacak görüşme ve yine onunla sağlanacak anlaşma olduğunu görüp gösterecek?
Evet, bütün bunların 2013 Türkiye’sinde yaşanacağını, bundan iki-üç sene öncesine kadar acaba kim düşünür, kim tahmin ederdi?

Ergenekon’da da aynı bumerang

Çarpıcı olduğu kadar şaşırtıcı bir başka gelişme de “Ergenekon dâvâsı” cephesinde yaşandı.
Bu cephede ismi geçen ve cuntacılıkla itham edilen emekli-muvazzaf generaller, Türkiye’nin AB’den yüz çevirerek yönünü Rusya, İran, Çin taraflarına döndürmesini istiyorlardı. Şimdilerde ise, Başbakan Sayın Erdoğan benzer mahiyette açıklamalarda bulunuyor.
Bu çarpıcı durum karşısında, “Ant-i Ergenekoncu”lar ne düşünüyor, merak ediyoruz. Acaba, onlar da “tek adam” olarak gördükleri Erdoğan kadar böyle 180 derecelik bir dönüş yapma maharetine sahipler mi, yoksa grogi durumuna düşmüş bekliyorlar mı?
Bu ringte, şiddetli boksor yumruğu peşpeşe gelmeye devam ediyor: Başbakan Erdoğan, Ergenekon’dan tutuklu eski Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ için de hiç umulmadık şeyler söyledi. Onu “terör örgütünün başı” olmakla itham edenleri yerden yere vurdu. Canlı yayın ekranından “Tarih onları affetmeyecek” dedi.
Oysa, şahsen de tanıdığımız “Erdoğan meddahı” dostlarımızın çoğu, kasıla kasıla şunu diyorlardı: “Bak arkadaş! Bu lider, Cumhuriyet tarihinde hiç yapılamayanı yapıyor? Kimsenin cesaret edemediği icraatlarda bulunuyor. Bugüne kadar kim generalleri mahkemeye çıkarabilmiş? Kim cuntacıların burnunu sürtebilmiş? Hele hele, bir genelkurmay başkanını kim içeri attırabilmiş?”
Yani, Erdoğan meddahı dostlar, bu işi onun cesaretine mal ederek bundan olağanüstü bir siyasî rant devşirmeye çalışıyordu. Erdoğan ise, bu durumdan fevkalâde rahatsız olduğunu üstüne basa basa dillendirmeye başladı. Hatta öyle ki, Sayın Erdoğan, Balyoz Dâvâsından tutuklanıp sağlık sebebiyle geçen hafta tahliye edilen emekli Org. Ergin Saygun’u hastaneye gidip ziyaret etti.
Dolayısıyla, en büyük sermayesi “Ant-i Ergenekonculuk” olanlar, yedikleri yumrukla bir kez daha grogi duruma düşerek sendelemeye başladılar.
Acaba, bu kesimin “Ergenekon sermayesi” artık tükeniyor mu?
Bitiyorsa şayet,  ne olacak bunların halleri ve bundan sonra acaba ne yapacaklar?
Zira, bunların hemen bütün gazete yazılarındaki ve tv konuşmalarındaki en büyük sermayeleri buydu.
Sermayesi gitgide tükenen ve malzemesi elinden alınan bu tür şahıs ve grupların durumu ve bilhassa geleceği hayli düşündürücü olup cidden merak konusu olmaya devam ediyor.
Şimdi de, bu gelişmeye dair farklı bazı değerlendirmeleri aktarmaya çalışalım.

Farklı yorumlar

Emre Uslu, Hilâl Kaplan gibi meslektaşlarımız, bu kulvarda yaşanan gelişmeleri “Hükümetin Ergenekon Açılımı” şeklinde isimlendirerek yorumladılar.
Onlara göre, bu konuda ibre değişti ve bu dâvâdan dolayı tutuklananların lehinde kuvvetli yeni bir hava meydana geldi.
* * *
Gazeteci milletvekili Şamil Tayyar ise, bu gelişmelerden son derece rahatsız olup şu endişesini dillendiriyor: “Ergenekon, AKP’ye sızmaya çalışıyor.”
* * *
Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı da, dünkü “Darbelerle mücadeleden geriye dönüş olmaz” başlıklı yazısında, tehlikeli muhtemel bir gelişmeye dikkat çekiyor ve şunları ifade ediyor: “Ne hükümetin ne de Başbakan'ın demokrasi dışı yolları benimseyerek kanun dışı işlere bulaşanları kurtarma gibi bir niyetinin olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu ülkenin darbelerden neler çektiğini, askerî ve bürokratik vesayetin nasıl korkunç işler yaptığını en iyi bilecek siyasi kadrolar AK Parti'de görev yapıyor. Halkın bu partiye en zor zamanda verdiği desteğin bir sebebi de bu. ”
* * *
Son olarak, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’dan konuya dair kısa bir iktibas yapalım. Yazısında şunları söylüyor:
Başbakan, Paşa’yı neden ziyaret etti?
Çünkü  “Askeri vesayet” ile hesaplaşma süreci büyük ölçüde tamamlandı. Ergenekon, Balyoz gibi davaların savcısı olma pozisyonunun bir anlamının kalmadığını fark etti.
Çünkü: TSK’da  “Tehdit” oluşturacak komuta kademesi tasfiye edildi... Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni statüko ile uyumlu hale geldi.
Çünkü Bazı liberal ve demokrat çevrelerin sandığı gibi Başbakan, son tahlilde “antimilitarist” bir siyasetçi değil.
* * *
Final: Siyasete “şahıs odaklı” bakanlar, gelişmeler karşısında şaşırmaya, şoklarla sarsılmaya; siyasete “fikir, prensip, misyon” nazarıyla bakanlar ise, yaşananları ibretle seyretmeye devam edecek.

Okunma Sayısı: 1482
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • burhan yılmaz

    12.2.2013 00:00:00

    Üst rütbeli subayları silivriye göndermek iktidarın işi olmadığı(geçen yıllarda yeni asyada yazısı çıkan eski C.savcısı Gültekin Avcı) gibi, demokratlık’ta iktidarın işi değil, çünkü demokrat olan ülkenin güzide tesislerini(isdemir ve ereğli demir çelik) oyak’a vermez. AB’liğinden çark etme alametleride ayrı bir garabet.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı