En büyük yenilik hareketinin “Nizam-ı Cedit” ismiyle askerî sahada olduğu anlaşılıyor. Bu isim ile günümüzde kullanılan “profesyonel ordu” tâbiri arasında büyük mânâ benzerliği var.
O dönemde, Sipahiler (ağır silâhlı süvari birlikleri) ve özellikle Yeniçeri Ocağı’nın itirazından çekinildiği için, Nizam-ı Cedit müstakil bir ordu şeklinde değil, “Bostaniyan-ı Hassa Ocağı”na bağlı bir birim olarak kuruldu. Tatbikatta ise, zamanla ayrı ve padişaha doğrudan bağlı bir ordu hüviyetine büründüğü görüldü.
Nizam-ı Cedit için, önce Levent Çiftliği’nde büyük talimgâhlar açıldı. Modern eğitim maksadıyla Avrupa’dan subaylar getirtildi. Aynı şekilde, silâh ve mühimmat işinde de modernizasyona gidildi. Zaman içinde, başarılı neticeler sağlandı.
Nitekim, Akka Kalesi önünde modern Fransız ordusunu perişan ederek (1799) Asya’yı işgale niyetlenen Napolyon’u sukût–u hayale uğratan Cezzar Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu da Levent Çiftliği’nde tâlim görmüş Nizam–ı Cedit birliklerinden teşkil edilmişti. Levent’ten sonra Nizam–ı Cedit için Üsküdar’da da pek büyük bir askerî kışla inşa edildi: Halen kullanılmakta olan Salimiye Kışlası. Burası bilâhare merkez haline getirtilerek, Anadolu ve Rumeli’de de Nizam–ı Cedit’in şubeleri kuruldu.
Ne var ki, bu yeni ordu birlikleri kuvvetlenip sahasında yeni başarılara imza attıkça, gizli komitelerin kışkırtmalarla tahrik ettiği Yeniçeri Ocağı’ndaki rahatsızlık da artmaya başladı. Esasında, umumî ıslâhat çerçevesinde Yeniçeri Ocağı için de yeni düzenlemeler yapılmış ve uygulamaya geçilmişti. Ancak, bu yeni tedbirlerin de ihtiyaca kâfi gelmediği, hatta bir kısmının hatalı olduğu zamanla ortaya çıktı. Donanma, Tershane, Kumbarahane ve Baruthane gibi bağlantılı sahalarda yapılan yeniliklerle ilgili konuların başlığını hatırlatarak geçiyoruz.
*
Mühendishanelerin geliştirilmesi ve yenilerinin kurulması, yine III. Selim’in belli başlı teceddüt hareketleri arasında yer alır. Daha evvelden, medrese usûlü eğitime ilâveten, ayrıca bir “Hendese Odası” kurulmuştu (1776); 1782 yılında ise, buranın ismi “Mühendishane–i Bahr–i Hümayun” şeklinde değiştirildi.
Sultan III. Selim, mevcutları yeterli görmeyerek ayrıca Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn’un (1795) kurulmasını ferman etti. Bu üniversitenin alt birimleri olarak da, birçok mühendislik fakültesi açıldı. (Bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi, işte bu tarihî mühendishanelerin devamı mahiyetinde sayılır.)
Padişah III. Selim’in saltanat yıllarında, ayrıca savaş taktik ve stratejileri ile basın-yayın, siyaset ve diplomasi, iktisadî ve ticarî sahalarda da mühim yeniliklere ve değişikliklere imza atıldı.
*
Evet, hemen her yenilik hareketinin kendine has bir bedeli vardır. İhtiyaçlar zaruret derecesine çıktığı halde, bir yenilenmeye yahut yeni bir düzenlemeye gidilmediği takdirde ise, ödenecek bedel haliyle çok daha ağır olabilir.
Bu cümleden olarak, Sultan III. Selim devrinde yapılan reform niteliğindeki yeni düzenlemelerin de kendine göre bir faturası olmuştur. Lâkin, devleti ayakta tutabilmek ve hükûmet çarkını döndürebilmek için de ıslâhat veya teceddüt denilen yeni düzenlemelere gitmekten başka çare kalmıyor.
Özetle: Değişen zaman, mekân ve şartlar içinde “izmihlâl”e uğramamak için, “yeni hâl”e uygun politikalar geliştirmek kaçınılmaz olmaktadır.
Bu kısacık hatırlatmadan sonra, Sultan III. Selim’in hem tahtına, hem de hayatına mal olan yenilik/reform hareketlerini anlatmaya kaldığımız yerden devam edelim.
O dönemde, diplomasi ile savaş taktik ve stratejileri hususunda kayda değer birtakım gelişmeler yaşandı: Bir taraftan, harp halindeki devletlerle sulh yapılması cihetine gidildi. Bir taraftan da nisbeten dost görünen Avrupa devletleriyle diplomatik temaslar sıklaştırılmaya çalışıldı. Meselâ: Paris, Londra, Viyana ve Berlin’de daimî elçilikler açılarak, diplomaside önemli ataklar yapıldı.
Öte yandan, bilhassa ordunun modernizasyonu ve askerin talimi konusunda büyük gayretler gösterildi. Avrupa’da mesleğinde uzman olmuş subaylar askerin eğitimi için getirtilip görevlendirilirken, ayrıca harp sanatına (fenn–i harp) dair birçok kitap Türkçe’ye tercüme edilerek matbaalarda basıldı. Bu kitaplar, kısa sürede merkez ile taşradaki ordu birliklerine dağıtıldı.
Bazılarının ismi haylice uzun olan bu kitapların, ilgili komutan ve devlet adamlarınca okunması, Padişah III. Selim tarafından ayrıca tavsiye edildi. Meselâ, Müstahkem Mevkilere Taarruz ve Müdafaa isimli kitap hakkında padişahın şu sözlerle tavsiyede bulunduğu kaydediliyor: “Bu kâfirlerin muharebeleri acaiptir. Meydana çıkıp merdane muharebe etseler, hiç mülâhaza etmem. Lâkin öyle etmiyorlar. Benim tercüme ettirdiğim Goban (Vauban) nâm kitap, mütalea edilse mâlûm olur.” (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi–V/63.)