Bu yazıya şöyle bir dua ile başlayalım: Allah, hiçbir Müslümanı Dr. Abdullah Cevdet’in düştüğü duruma düşürmesin ve onun vahim olan âkıbetine düçar etmesin.
Zira, Allah’a inanmadığını ikrar etmesi sebebiyle, öldüğünde (29 Kasım 1932) hiçbir imam onun cenaze namazını kıldırmaya yanaşmadı. Nedicede, namazı kılınmadan, dolayısıyla helâllik de alınmadan belediye aracıyla alınıp götürüldü.
*
Abdullah Cevdet’in nasıl bir akıbet ile gittiğini, o günlerin canlı şahidi tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı şöyle anlatıyor: “Abdullah Cevdet, Allah’a inanmadığını söylüyordu. İslâm harflerinin şiddetle aleyhinde bulunuyordu. Dinî değerlerin çoğuna karşı olduğunu yazıp söylüyordu. İşte bu adam ölünce, cenazesi Ayasofya Camii’ne getirildi. Öylece musalla taşında duruyordu. Hocalar da namaz kıldırmaya yanaşmıyordu. Bunun üzerine, cenazesi belediyenin bir arabasına konularak götürüldü.” (15 Kasım 1983, Yeni Nesil)
*
Bediüzzaman Said Nursî de, Kastamonu Lâhikası isimli eserinde, ismini zikretmeden İslâmiyet düşmanı Abdullah Cevdet’ten şu ifadelerle söz eder: “Risâle-i Nur’un Isparta’daki galebesi, zındıkları şaşırttı. Fakat bazı mütemerrid ve muannid ve ölen herifin ruh-u habîsi hükmünde bazı zındıklar, o mağlubiyete karşı gelmek fikriyle, baştan aşağı kadar Kurân ve Peygamber (asm) aleyhinde, ...mesleklerince söyledikleri tabirâtı başka bir tarzda o zındık herif istimal etmiş... Onun gibi Yahudi, mütemerrid ve dinsiz feylesoflarından (Dr. Dozy) ve Avrupa’nın zındıklarının eskiden beri Kur’ân ve Peygamberin (asm) hâlâtından medâr-ı tenkit buldukları noktaları, bu İslâm ismi altındaki zındık, kurnazcasına, safdil Müslümanlara ve Risâle-i Nur’u görmeyenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda gitmiş ve küfrünü gizlemeye çalışmış ki, şeytanette, şeytandan ileri gitmiş.” (Age: 112)
Üstad Bediüzzaman’ın şu paragrafta “Yahudi, mütemerrid, muannid, zındık ve ölen herifin ruh-u habîsi” tabirleri ile bahsettiği kişi, 1932’de ölen İslâmiyet düşmanı Dr. Abdullah Cevdet’ten başkası değildir.
*
Dr. Abdullah Cevdet, 1869’da Arapkir’de (Malatya) doğdu. Etnik kökeni itibariyle zahiren Kürt olarak biliniyor. Ancak, Kürtlerin mutlak ekserisi dindardır. Kaldı ki, onun babası da Osmanlıda “tabur imamı”dır. Buna rağmen, kendisi zamanla adeta karakter değiştirircesine bambaşka bir kişiliğe büründü.
Tahsil hayatı kısaca şöyledir: İlk tahsilini Arapkir ve Hozat’ta yaptıktan sonra Elaziz Askerî Rüşdiyesini bitirdi. Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisinden de mezun olduktan sonra Mekteb–i Tıbbiyeye girdi. Buradan doktor olarak mezun oldu.
Hayatının bu ilk devresinde, dinden-maneviyattan tümüyle sıyrılmış değildi. Hatta, yazdığı bazı şiirlerinde kâinattaki İlâhî tekâmül kànununa dikkat çekici ifadeler bile kullanıyordu. İşte bir örnek:
Her zerrede temayül âyandır tekâmüle;
Her soyda füyûz–u hüveyda–nümâ ile.
Bir nokta–i kemâle şitâb üzre kâinat;
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.
(Bkz: B. S. Nursî, Muhakemat, İkinci Mukaddeme; Kahriyat’tan naklen.)
İşte, ilk başlarda böyle bir düşünce içinde olan Dr. Abdullah Cevdet, zamanla değişerek, sırasıyla Kürtçü, Türkçü, maddeci ve nihayet dinsiz bir zındık olup bu dünyadan öylece gitmiş oldu.
Allah, cümle kullarını böylesine fecî bir âkıbetten muhafaza eylesin.