Bir dostumuz Yeni Asya’nın hak, hukuk, adalet konularındaki yazılarından; cezaevlerinde yaşanan sıkıntı ve mağduriyetleri, KHK’zedeleri, anne-babasının yolunu gözleyen çocukları, içeride ‘gün sayan’ bebekleri vs. gündeme getirmesinden rahatsız olmuş.
Bu bakış açısına göre “Türkiye’de her şey ‘güllük-gülistanlık’tır. Eğitim sisteminden, ekonomi ve refah seviyesine, adalet dağıtımından güvenlik ve milletler arası ilişkilere kadar her şey gayet güzeldir.
Hatta ‘düşmanları kıskandıracak’ kadar güzeldir. Bazı gazete ve haber bültenlerine kulak verirseniz herkes halinden de memnundur.
Eğer bütün bunlara rağmen hâlâ mutlu olamıyorsanız arıza sizdedir. Gerisi mağdur edebiyatıdır.” Acaba gerçekten böyle mi?
GAZETECİLİK FİKİR VE VİCDAN İŞİDİR
Bu işin uzmanlarına göre gazetecilik, habercilik gerçeklerle uğraşır, kamunun menfaatini savunur. Gazetecilik, habercilik esas olarak fikir ve vicdan işidir. Para, altyapı, teknoloji, dağıtım, sunum vs. önemlidir, ama tayin edici değildir.
Para ile, iktidar gücü ile, bağırıp çağırma ile ve en önemlisi yalanla, yani ajitasyon ve propaganda ile fikir üretilemez, kamu vicdanının sesine kulak verilemez. Gerçekler ortaya çıkarılamaz.
Çünkü prensip olarak, yapısı gereği gazetecilik zaten kendiliğinden bir muhalefet mesleğidir. Kalıcı, sürdürülebilir, ilkeli, sağlam gazetecilik, yani bağımsız ve hür bir yayın politikası ancak fikrî ve malî bağımsızlıkla hayata geçebilir. Çünkü ‘para veren emir de verir.’ Yayın politikasını kendi menfaati yönünde değiştirmek ister. Gazetecilik tarihi bunun örnekleriyle doludur.
ADALET MEKANİZMASI DÜZGÜN İŞLİYOR MU?
Hak, hukuk, adalet yazılarından rahatsız olan dostumuz; şimdi elini vicdanına koysun ve söylesin. Mağdur olan, adalet bekleyen binlerce insan yok mu? Cezaevlerinde -kurunun yanında yanan yaşlar- binlerce insan, yüzlerce kadın ve bebekli anneler hayal ürünü mü? Soruşturma ve mahkeme kararı olmadan bir KHK ile işinden çıkarılıp adeta açlığa ve ölüme mahkûm edilen insanlar başka bir ülkede mi yaşıyor?
Adalet Bakanı ve yüksek yargı başkanları bile mahkemelerin işleyişinden, hâkim-savcıların kıdemsiz ve tecrübesiz oluşundan, verdikleri kararlardan şikâyetçi olurken, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı rafa kaldırılmış iken, düzgün işleyen bir adalet mekanizmasından söz edilebilir mi?
Çevrenize baktığınızda, neredeyse her evde en az bir mağdur varken; gözümüzü kapatmakla veya toz - pembe bir gözlük takmakla gerçekler gizlenir veya yok olur mu? Soruları çoğaltmak mümkün, ancak şimdilik bu kadar yeter.
NAYLON MAKAS KESER Mİ?
Bir toplantıda Anayasa hukukçusu Mustafa Erdoğan ‘naylon makas’ örneğinden bahsetmişti. “Uzaktan bakıldığında sahici makas gibi görünüyor, ama kesmiyor. Adalet mekanizmasına da uzaktan bakınca, mahkemeler çalışıyor, ama adalet üretmiyor” demişti.
Aynı toplantıda hukukçu gazeteci Taha Akyol’da konuşmasında Mustafa Erdoğan’a hak vererek “Keşke adalet düzgün işlese de; biz de her gün bu konular yerine sanat, edebiyat ve sinema yazıları yazsak!” demişti.
Evet, keşke adalet ideal seviyede tecelli etse de; Yeni Asya bu konuları sürekli işlemese! Az ve yalnız olsa da, çeşitli hücumlara maruz kalsa da Yeni Asya ve benzeri yayın organlarının gerçekleri yazmasından, ehli vicdanın memnun olması gerekir. Çünkü -af buyurun amiyane tabirle- zaman ve zeminin bütün olumsuz şartlarına rağmen ‘hamamın namusunu’ kurtarıyor.
Dindar ve demokrat çizgisiyle insanlara ümit veriyor, bu netameli ortamda dindarların yüz akı oluyor. Bir beklenti ve menfaat için muhalefet yapmıyor. Hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmediğinden, gerçekleri dile getirmeye gayret ediyor. Bir ‘farz-ı kifaye’yi ifa ediyor. Yeni Asya rıza-i İlâhîden başka, kimseden alkış ve takdir beklemese de; geleceğin dürüst basın tarihçileri, şüphesiz bu duruşu takdir edip alkışlayacaklar.
‘PANSUMAN TEDBİRLER!’
Zaman zaman bazılarını heyecanlandıran bir başlıkla, ‘yargı reformu’ adı altında paketler gündeme gelse de; bunlar merhum Erbakan Hocanın tabiriyle ‘pansuman tedbirler’ olmaktan öteye gidemez. Bir umut ışığı gibi parlar, biraz oyalar ve söner. Çünkü ‘gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmişse’ doğruya varmak imkânsızdır.
Bütün kurum ve kuruluşlarda demokratik hükümler işletilmeden, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı meselesi çözülmeden reform beklemek fazla iyimserlik olur.
Minik bir ipucu: Anayasanın 138. Maddesi’nin ikinci paragrafı “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” diyor.
Peki... Sizce bu Anayasa hükmü, bu gün gerçekten uygulanıyor mu?
Takdir dostlarımıza ait efendim.