Yaratıcının en güzel hediyesi olan hayat anlamsız olabilir mi? Hayatın gayesini bilmeden, sorgulamadan geçen bir ömre yazık değil mi?
Bazılarının söylediği gibi; “hayatın anlamsız, kâinatın tesadüf oyuncağı, insanın başıboş mutsuz bir hayvan” olması mümkün mü?
Hayatı, anlamadan yalnızca “-mış gibi” mi yaşıyoruz? Hadiselerin, haberlerin akışına kapılmış, derd-i maişetle sarhoş olmuş, keşmekeş içinde, günlük problemlerin çözümü peşinde koştururken, hayatı düşünmeye vaktimiz mi yok?
Oysa hayatı sorgulamak ve yaşanılan her anın farkına vararak ona anlam katmak zorundayız.
Sokrates, “sorgulanmayan bir hayatın yaşanmaya değer olmadığını” söylerken; Yaratıcıyla ilişkiyi koparan felsefî gözlükle bakanlar hayatı “saçmalık” olarak algılıyor. Camus ve Kafka’da olduğu gibi.
Onlara göre “dünya tümüyle absürttür. Dünyanın kendisinde bir anlam bulunmamaktadır. Yapılması gereken tümüyle absürt olan dünyaya karşı bir kayıtsızlık, bir aldırmazlık hâlidir.”
Şu an gençlere empoze edilen tam da budur. “Aldırma, hayat çok saçma ve anlamsız. Böyle şeyleri düşünme, anı yaşa!”
“BİZE KARIŞMA!”
Bediüzzaman, liseli gençlerin elli sene sonraki vaziyetlerini müşahade edince, onların acınacak hallerine ağlar.
Kendisi bu müşahede ile meşgul iken, sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı manevî, insî bir şeytan gibi karşısına dikilir ve der ki:
“Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma.”
Bediüzzaman:
“Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve sefahete atılıyorsun. Akıl alâkadarlığıyla senin imansız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor. Senin sefihâne cüz’î lezzetini zîr ü zeber eder” diye izah ederek onu ilzam eder.
HAYVAN GİBİ...
İkinci yaklaşım konumuz açısından ilginç:
“Hiç olmazsa hayvan gibi, hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek için sefahet ve eğlencelerle, bu ince şeyleri düşünmeyerek yaşayacağız.”
Bediüzzaman, hayvanda zaman kavramı olmadığından lezzetini tam aldığını, insanın ise akıl sebebiyle geçmişten ve gelecekten aldığı korku ve endişeler yüzünden hayvan gibi olamayacağını, lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşeceğini ispat eder.
“Hiç olmazsa ecnebî dinsizleri gibi yaşarız” itirazını da çürütür . (Şualar, s. 181-183.)
SAÇMALIK MI?
A. Camus’ye göre saçmalık, insan ile dünya arasındaki iki kutuplu ilişkide. -Hâşâ- Tanrı’nın var olmaması sebebiyle, dünyanın insanî ideal ve değerlere destek sağlayamaması, insanî özlemlere kayıtsız kalması durumudur.
Ona göre “hayatın ne olduğunu ve neden yaşadığımızı bilmiyoruz. Keşfedecek yeteneğimiz de yoktur. Yapacağımız şey sadece yaşamaktır.”
Halbuki Yüce Yaratıcı insanı binlerce duygu ve akılla donatıp dünyaya göndermiş. Akıl insanı diğer canlılardan ayıran, ona mesuliyet yükleyen ve onu mükerrem kılan en önemli özellik. Rabbini, kendini, kâinatı araştırıp tanımasına, ‘ilim ve dua vasıtasıyla tekâmül” ve terakki etmesine vesile olur.
Bediüzzaman insanı hikmet nazarıyla tefekküre davet eder: “Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?”
***
Evet; hakikat güneşini bazen şüphe bulutları örtebilir, ancak hakikat ebediyyen parlayacaktır. Son sözü hayatı sorgulayanlardan Tolstoy söylesin:
“Dikkatli bak, güzellik ve şiirsellik etrafını çepeçevre sarmış. Onu, gücünün yettiği kadar bol bol içine çek. Anlayarak mesut olmaya çalış. Allah, her şeyi senin için yarattı!”