Sosyal bilimler, insanların, başka insanları, özellikle de belli bir gruba ait gördüğü insanları genelde stereotipleştirmeler yoluyla algıladığını söyler.
Bu “stereotipleştirme” kelimesini, “etiketleme” olarak Türkçeleştirebiliriz, %100 manayı karşılamasa da. Stereotipleştirme, yerine göre fayda sağlar, mesela yeni tanıştığımız bir kişinin Sünnî Müslüman, Alevî Müslüman, Ermeni vs. olduğunu bilmemiz, onunla konuşurken, toplumun saçma fay hatlarından dolayı yanlış anlayabileceği noktalara dikkat edebilmemiz açısından elzemdir. Tabii ki o kişinin özelliklerinin önceden biliniyor olması o kişinin aleyhine durumlara da yol açabilir, fakat bu zaten başka bir mesele.
Stereotipleştirme her zaman, kişinin ırkı, ailesi, dini gibi şeylerle ilgili olmayabiliyor, aniden ortaya çıkan bir durumla ilgili olabiliyor (“depremzede” kelimesindeki gibi). Kökeni geçmişe dayanan bir şeyle ilgili olmadığı için de, gerek halk arasında o kişiye nasıl davranılacağına dair ortak bir kanı olmuyor gerekse o kişi, o stereotipleştirmeye karşı deyim yerindeyse tecrübesiz yakalanıyor. Şu anda ülkemizde, depremden dolayı memleketlerini geçici/kalıcı olarak terk etmek zorunda kalan yüzbinlerce, belki milyonlarca insan neredeyse bütün şehirlere ve ilçelere dağıldı ve bu insanlar için halk, farkında bile olmadan bir “depremzede” stereotipi oluşturdu. Bu “depremzede” algısı da, bazı insanlarda “dayanışma” duygusunu ve “eşitlik” ilkesini değil de “acıma” duygusunu harekete geçirebiliyor. Kelimenin sonundaki “-zede” eki de bunu katmerlendiriyor. Dahası, musibetin sadece olumsuz tarafını nazara vererek musibetteki rahmet cihetini gözden kaçırıyor. Bizim gibi ülkelerde de “acıma” duygusu, muhatabına, aşırı haklar vermekle ya da tam tersine onun hakkını yemekle sonuçlanabiliyor. Mesela şu an ülkede 65 yaş üzerindeki insanlar belediye araçlarını ücretsiz kullanabiliyor ve maalesef, milyon dolarlar sahibi 65 yaş üstü insanlar bile ulaşım araçlarına parasız biniyor. Tersten bakarsak, salgın sürecinde aynı insanlara yönelik yine acıma hissiyle hareket edildiği için, dünyada neredeyse emsali olmayan bir şekilde “sokağa çıkmama” dayatması uygulandı. Aynı iki durumun kadınlar açısından da örnekleri vardır. Demek, acımak, mükemmel bir duygu değildir. Çünkü acımak, muhatabın bu fani dünyası için ise, onu kendimizden düşük bir seviyede görmemize neden olur. Çevrenizde engelli bir insan varsa, bu dediğimi ondan da teyit edebilirsiniz. “Ay yazıık!” ifadesine maruz kalmaktan hoşlanan engelli insan yoktur herhalde. Şu da var ki en büyük görgüsüzlükler, en çok acınan insanlara karşı yapılır. Halkımız arasında bazı insanlar, kendi bağlı bulundukları topluluklar içerisinde enaniyetlerini konuşturamadıkları için, bunu, deprem vesilesiyle gelen insanlara karşı yapıyorlar. Şunu da unutmamak gerekir ki deprem dolayısıyla göç eden insanların bir kısmı gittikleri yerde kalıcı olacak. Dolayısıyla o “depremzede” etiketi de onların üzerine yapışıp kalacak.
Her kelimenin bir ruhu vardır. Bu kelimenin de kötü ruhunu hissetmemek ve hissettirmemek için kullanılmaması daha uygundur kanaatindeyim. Vesselâm.