Ama şahs-ı manevîler de, azaları olan şahıslarla toplum hayatında tecessüm ederler. İşte bu makalemizde nazara vereceğimiz bağımsız milletvekili Martha Bissmann; Avusturya parlamentosundaki söz, tavır ve duruşuyla Avrupa’nın güzel yüzüne ayna olmuş ve insanlığa ışık tutmuştur.

Bazı alanlara başörtü yasağının getirilmesini savunan fikirlere karşı Martha Bissmann, parlamentoda başörtüsünü ve kıyafet hürriyetini savunan etkili konuşmasını yaparken, aynı anda başını örtüyor ve soruyor: 

Bakınız bir şey değişti mi? Yine aynı tanıdığınız milletvekili değil miyim?

Daha önce de Müslüman-Türk nüfusu aleyhindeki kasıtlı propagandayı püskürtecek etkili bir konuşma yapmıştı.

Hükümetin aşırı sağcı-ırkçı ortağının marifetiyle sosyal medyaya servis edilen bir çizgi filmde, “Mustafa’ya ait sigorta kartının Ali tarafından kullanılmasına son” deniliyordu. Bundan böyle sigorta kartı da fotoğraflı olacak, böylece “Ali, Mustafa’ya ait sigorta kartını artık kullanamayacaktır” ifadeleriyle sigorta kartı sahteciliği sadece bir kesime mal edilmek isteniyordu. Gelen tepkiler üzerine bu video silindi. 

Martha Bissman, kürsünün üstüne “fesli Ali” kuklasını da koyarak Alilerin gurbet hikâyesini anlattı. Onların olumsuz şartlarda nasıl ağır işlerde çalışarak bugünlere geldiklerini ve artık çocuklarıyla mutlu yaşamayı hakettiklerini; Alilerle Alfredlerin, Yaseminlerle Yasminlerin beraber yaşama azminde olduklarını dile getirdi.

Şimdilerde tehdit mektupları da alıyormuş.

Bu güzel simalar, ait oldukları şahs-ı manevînin ruhuna ve manasına hizmet ederken, bedel ödemeyi de göze alırlar.

Böyle güzel simaların ihtiyaç anında ortaya çıkmaları da müsbet ve güzel bir şahs-ı manevînin vazife başında olduğunu ispat ediyor.

İşte bir misal olarak; yaklaşık yedi yıl önce Almanya Cumhurbaşkanı iken, ülkesinde yaşayan Müslümanları adeta koruması altına alan ve İslâm’ın Almanya’ya da ait olduğunu savunan Christian Wulff, basının aleyhine geçmesiyle ve basit bir bahane ile istifaya zorlanmıştı.

Denilebilir ki, hakikî bir insan hüviyetindeki Christian Wulff ne kadar Avrupa’nın güzel ve müsbet yüzüne ait ise, ona kumpas kurup istifaya zorlayanlar da Avrupa’nın çirkin ve menfi yüzüne aittirler.

Martha Bissmann, Avrupa’nın müsbet ve güzel veçhesine ayna oluyorduysa, on bir yıl önce Peygamberimize (asm) hakaret eden bir bayan milletvekili de, Avrupa’nın dinsiz felsefenin etkisindeki menfi çehresinden haber veriyordu. Ama Avrupa’nın güzel yüzü hemen sahneye çıkıyor, zamanın Cumhurbaşkanı, “bu ses Avusturya’nın sesi değil” diyor, milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılarak yargılanıyor ve ceza alıyordu.

Avrupa’da ve topyekûn Batı dünyasında iki büyük şahs-ı manevî karşı karşıya her vesileyle kozlarını paylaşmayı sürdürmektedirler. 

Bediüzzaman, her konuda olduğu gibi, Avrupa konusunda da toptancı bir sınıflandırmayı reddeder. Avrupa’yı müsbet ve menfî olarak ikiye ayırır. 

Birisi: İsevîlik hakikî dininden aldığı feyiz ile insanlığa faydalı san’atları, adalet ve hakkaniyete hizmet eden bilimleri takip eden Avrupa..

Diğeri: Medeniyetin kötülüklerini güzellik zannederek, insanları sefahete ve dalâlete sevk eden karanlık felsefenin etkisi altındaki bozulmuş Avrupa’dır.

Hazret-i İsa’dan ve semavî fermanlardan gücünü alan birinci Avrupa’nın; ikinci sefih ve bozuk Avrupa ile mücadelesinde, İslâm’la birlikteliğin ilmî ve manevî boyutları, gün geçtikçe ve çeşitli vesilelerle daha anlaşılır hale geliyor.