Uzun yıllar önce ilk kez Nurs’a gitmiştim. O zamanlar yollar çok kötüydü, yol ayrımlarında yön levhaları yoktu.
Tahminî olarak ilerleyip Pervari’nin köylerine vardım. Yolu bulamayınca geceyi Tatvan’da geçirmek zorunda kaldım. Sonraki Nurs ziyaretimde ise büyük bir heyecanla köye geldim; her karış toprağını hasret ve sevgiyle gezdim. Köyü gezerken içimi saran huzur ve mutluluğu kelimelerle anlatmak zor. Köy çeşmesinin başında durup etrafı uzun uzun, zevkle seyrettim.
Nurs, iki dağ arasında kurulmuştu ve ortasından şirin bir dere akıyordu. Geçmiş yıllarda derenin taşması sonucu köyde ölümler ve taşkınlar yaşanmıştı. 28 yıl önce Nurs’a geldiğimde, Nur medresesinin dışında Bediüzzaman’ın hatırasını yaşatan herhangi bir çalışma yoktu.
Son gelişimde dört arkadaşla Batman’dan yola çıktık. Bitlis’in girişinde sağa sapıp Hizan’a doğru ilerledik. Yol boyunca karşılaştığımız muhteşem manzaralar, dağlar, ormanlar karşısında hayran kaldık. “Madem buraya kadar geldik, Hizan’ı da görelim,” dedik. Hizan çarşısında arabamızı park ettikten sonra eski çarşıyı gezdik. Çarşının sağ tarafında Bediüzzaman Camii’ni görünce yüzümüzde bir tebessüm belirdi. İsminin ilçede bir camiye verilmesi, onun manevî mirasının yaşatılması bizi mutlu etmişti.
Sonra Nurs’a doğru yolumuza devam ettik. Yol aldığımız her kilometrede, köyün il ve ilçeye ne kadar uzak olduğunu uzun uzun konuştuk. Birden 150 yıl önceki ulaşım şartlarını düşündüm. O zamanlar Nurs köylüleri ihtiyaçlarını il ve ilçeden nasıl karşılıyordu? Çocukken okumaya giden Bediüzzaman’ın o zorlu yolculuklarını hayal edince hayret etmemek mümkün değildi. Kışın yağan karlarla kapanan yollar, uzun kış mevsimi gözümün önüne geldi.
Nurs’un girişi, Karadeniz köylerini andırıyordu. Evler dağ eteklerine yapılmıştı, sık ağaçlar ve bahçeler tablo gibi göze hitap ediyordu. Arabadan indik ve yürümeye başladık. Kuş seslerinden başka ses yoktu, sokaklarda bir çocuk dahi göremedim. Önce daha önce gittiğim medreseye uğradım. Medresede o gün misafir yoktu. Öğle namazımızı kıldık. Batman’dan gelirken sıcaktan yanarken, medresede yarım saat olmadan üşümeye başladım. Üzerime bir şeyler aldım ve arkadaşlarla birlikte Bediüzzaman’ın doğup büyüdüğü, teneffüs ettiği sokaklarda yürüdüm.
Her adımda sanki Bediüzzaman yanımdaymış gibi hissettim. Risale-i Nur’dan pasajlar gözümde canlandı. Ceviz ağaçlarına bakarken onun Abdulkadir Geylânî (ks) ile ilgili sözleri aklıma geldi. Bediüzzaman’ın huzur ve mutluluk dolu çocukluk yıllarını tüm benliğimle hissederken birden üzerime bir ağırlık çöktü. Patika yolun sonunda gönlümü huzura gark eden bir manzarayla karşılaştım.
Nurs’ta mutlu bir çocukluk yaşayan bir çocuğun havasını hissettim. Her ağaçta, her çiçekte gönlüme yayılan bir huzur vardı. Nurs, Bediüzzaman ağacının çekirdeğini yeşerten topraklardı. Sofi Mirza’nın helal lokmasıyla büyüttüğü, Nuriye Ana’nın şefkatiyle verdiği fıtrî ders sanki kulağıma fısıldandı. O günlere gittim. Bediüzzaman’ın Nurs’tan Bitlis’e, Van’a yaya olarak gittiği yollar gözümde canlandı. Sonra Nurs’tan dünyaya seslenen Bediüzzaman’ın eserlerinin 190 ülkede, 70 dile çevrildiğini düşünerek hayranlıkla “Maşallah, barekallah,” dedim.
Bediüzzaman’ı daha iyi anlamak için Nurs’a gitmiş, onun izinde Nurs sokaklarında yürümüştüm. O Nur tohumunun bu topraklardan dünyaya nasıl yayıldığını yerinde görmek beni derin düşüncelere sevk etti.