Pencereden uzaklara bakarken daldı.
Yıllar rüzgâr gibi geçmiş, seksen üçe gelip dayanmıştı. Nice sonra üzerindeki tıbbî cihazlara baktı. Serum hortumu, sonda, karın boşluğundaki dren ve ara sıra burnuna takıp çıkardığı oksijen maskesi... Yaşlı ve yorgun bakışlarını bana çevirdi. Yüzündeki çizgiler, çileli ömürden geriye kalan nişanlar, işaretler gibiydi. “Ne zaman çıkarız?” diye soracak oldu…
Gazetemiz, Üstadın resmini basmış, dedim. Soruyu unuttu ve ani bir sevinçle, onu bana ver, dedi. Hastalığın sıkıntılarını bir anda unutup eline aldığı resme bir süre baktı.
Üstadın maruz kaldığı haksızlıkları, hastalıkları, hapisleri, zehirlenmeleri, çektiği sıkıntıları hatırlamış olmalı… Üzerindeki elbisenin cebine özenle yerleştirdi.
Okuma ve anlatma hevesi, iştiyakı onda hiç eksilmemişti. Eskimez yazıyla ne bulsa okurdu. İslâm’ın ulvî hakikatlerini misallerle, menkıbelerle, ibretli hikâyeciklerle süsleyerek tatlı bir üslûp, lâtif sözlerle anlatırdı. Hastanede iki kişilik odanın yatağının biri her gün az bir süre kullanılıyordu. Akşamüzeri Uyku Testi için gelen bayan hastalar, gece test odasına alınıncaya kadar annemin yanında kalıyordu.
Annem her gün değişen hastalarla konuşmayı çok seviyordu. Yorulmadan, usanmadan saatlerce iman hakikatlerini anlatırdı. Birkaç sefer bayan hastalara annem hep anlatır, sıkılıyorsanız söyleyebilirsiniz, demiştim. Onlar: “Teyze çok güzel şeyler anlatıyor. İlk defa duyduğum, bilmediğim şeyler bunlar. Biz onu çok sevdik, iyi anlaşıyoruz. Uyku Odasına alınıncaya kadar nasıl vakit geçer, diye düşünüyordum…” derlerdi. Orası her gün uyku testine değil de annemden ders almaya gelenlerin ders odası gibi olmuştu. Uzun süre böyle devam etti.
O haliyle annem, Emirdağ Lâhikası 45. Mektupta geçen, “İhtiyar kadınlara ehemmiyetli bir müjde” başlığı altında Üstad, “Dindar ihtiyar kadınların dinine tâbi olunuz.” Hadis-i Şerifi izah ederken ahirzamanda kuvvetli iman, ihtiyar kadınlarda bulunacağını, kadınların şefkat kahramanı olduklarını, hatta en korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder… sözlerini hatırlamıştım.
Köy hayatında hayvancılık, ilkel tarım, bağ bahçe çalışması, çok nüfuslu bir evin bitmeyen işleri bütün bunların yorgunluğuna rağmen fırsat buldukça Kur’ân okuması onu ruhen rahatlatırmış.
Küçükken sabahları, kulağımıza gelen Kur’ân sesiyle uyanırdık. İçimizi ferahlatan o tatlı nağmeleri, lâtif sesleri hâlâ hatırlarım.
Ceberrut devrinde Kur’ân ve ezanın aslı okunması yasaklanmış, dinî bilgiler veren kalmamıştı. Başka köyden gurbete gelin gelmiş olmasına rağmen kısa zamanda “Okumuş Ayşe” diye itibar görmüş, nam kazanmış. O çevrede kadınlara Kur’ân, mevlitten bahirler, ilâhiler okuması ve dinî vecibelerin yerine getirilmesinde gayret göstermesi ile tanınmış, sayılmış, sevilmiş bir bahtiyar.
Kadın sohbetleri şehre yerleştikten sonra da devam etmişti. Onun ihlâs, takva, feyizli yaşantısı ve konuşmalarından kadınlar istifade etmişler. Günlük hayatta Kur’ân okuması, ibadeti, tesbih ve duâları biteviye devam edip giderdi. Çocuklarından, torunlarından hafızlar, Nur Talebesi olanlar, amir memur olanları gördükçe duâlar, şükürlerle sohbet eder, yol gösterir, mutlu olurdu.
Onun hayatında anlatılacak çok hasletleri vardır. Hayır, hasenat işleri, muhtaçlara yardım, misafire ikram, canlılara yiyecek vermek… Vazgeçmediği iki şey vardı; iktisat ve şükür.
Hastanede tedavisi tamamlanıp taburcu olmuştu. Her şey normale dönmüş, sağlığına kavuşmuştu. Ziyarete gelenlerle konuşuyor, duâlar ediyor, ayrılırken helâlleşiyordu. Hastaneden çıktıktan kısa zaman sonra emr-i Hak vaki oldu! Sevgili annem, 2004 Haziran’ında ebedî âleme gülümseyerek uçtu. Cebinde namaz tesbihatıyla Üstadın resmi hâlâ duruyordu.