Onun şehre gidip sigortalı bir işe girmek arzusu, uzun zamandır hayallerini süsleyen bir tutkuydu. Köyde yaşadığı hayatı meşakkat, mahrumiyet; şehirdeki yaşantıda bolluk içinde gelecek mutlu günler, diye anlatmışlardı.
Yoksa köyünde yüce dağlarda, ıssız ormanlarda, sonsuz yaylalarda sürü peşinde ıslık çalarak çileli ömrü geçip gidecekti. Bir an önce şehirde kendine göre bir iş bulup taşınmalıydı. Bir tanıdığının yardımı ve tavassutu ile huzurevinde temizlik ve bakım işine girmişti.
İlk gün kendisine ne yapacağı, nasıl çalışacağı, nelere dikkat edeceği anlatılmıştı. Kattaki vazifesine başlamıştı. Yanlış yapmamak için çekingen, ürkek ve daha ilk günden iş kaybetme endişesiyle dikkatli davranıyordu. Kendini amirlerine beğendirmek için var gücüyle çalışıyor, terliyor, yoruluyor, koşturuyordu. Eski çalışanlar onun gayretli haline: “Yeni testi suyu soğuk tutar, bakıp göreceğiz.” diye kıskançlık lafları ediyorlardı.
Gün boyu durmadan çalışıp çabalayınca, yorgunluktan nefes almak için elindeki süpürgenin sapına yaslanınca bir an köyü gözünün önüne geldi, uçsuz bucaksız dağlarına dalıp gitti. Tam o sıra temizlik kontrol şefi oradan geçerken onu gördü. Yanındaki yardımcısıyla konuşarak geçtiler: “Bu yeni gelen, de yeni gelin gibi ne süzülüp duruyor acaba? “
O gün göze girmek için bütün gayreti, çabası, çırpınmasını bir anlık gaflet, dalgınlık, kurulan boş hayal alıp götürdü diye hayıflandı. Bir daha işinden başka şeyleri aklına getirmemeye karar verdi.
Akşam üzeri aniden hastanın başında hastanede refakat edilmesi gerekiyordu. Gidecek hastanın huyunu, mizacını ve nev-i şahsına ait yapısını bilen kurnaz bakım görevlileri birer bahaneyle dağıldılar. İş yeni görevliye kalmıştı. Zaten oda iş yapma hevesiyle çalışmanın gayreti, yaptığı, dalgınlığın, durgunluğun telafisini yapmak istiyordu.
Yorgun, argın tanımadığı yaşlı, hasta bir şahsiyete ambulansta refakat ederek eline tutuşturulan bir çantayla hastane yolunu tuttular. Çalıştığı işyerinin yabancısı olduğu kadar, hastaneye de yabancıydı. Özgürce yaşadığı, gezdiği dağlardan, türkü söylediği yaylalardan gece gündüz ünsiyet edip bakışıp konuştuğu koyunlardan kuzulardan ayrı bir âleme gelmişti. İç dünyasında duyduğu köye özlemi, hemen duygularından uzaklaştırıyordu.
Kalabalık insanların arı gibi kaynaştığı hastane ortamı, ilâç kokuları ve beyaz gömlekli insanların söz sahibi olduğu, tedavilerin yapıldığı, her tarafta cihazlarla dolu yerlerin, gizemli mekânların yabancısıydı.
Hasta bir odaya alınmış tedavisi başlamıştı. Hemşire odadan çıkarken: “süreci izleyin, sondayı takip edin, bir saat sonra nebulizatör’ü kapatın…” Daha bunun gibi birçok şeyler sayıp dökmüştü ama hiçbirini aklında tutamadı.
Geçmek bilmeyen saatler, yorgunluk, can sıkıntısı, hastanın, hastanenin kokusu, nazlanması, kaprisi, aksiliği, ağrılardan kaynaklanan ahları, ohları, yakınlarına sitemleri, bakıcıya emrivakileri, bitmeyen istekleri….
Gecenin yarısına kadar yorgunluğunu yenmiş, yüzünü sık sık yıkayarak ayakta durmaya çalışmıştı. Oturduğu koltukta anında derin bir uykunun cazibesine yenilmiş, rüya âlemine dalmıştı. Yaylada yamaç bir yerde kurt kuzuya saldırmış, Karabaş’la beraber kurtarmaya çalışıyordu. Hırlamalar, havlamalar, hırıltılar, boğuşmalardan korkuyla, ürpertiyle uyanmış, fırlayıp kalkmıştı.
Baksa ki hastanın başı yastıktan düşmüş, horlayıp uyuyordu. Zavallı adam rahat etsin diye yastığı düzelmek için elini uzattığında “Çek elini yelekten, utanmaz!...” diye bağırmasın mı?
Sabahın erken saatinde hastanın durumunu öğrenmek için Huzurevi müdürünü karşısında buldu. Hastanın durumunu sorduktan sonra “Sen ne yaptın bakalım, alışabildin mi?” diye sordu.
Refakatçi, dün bir anlık, derken müdür, söze başladı: “Dün seni kameralardan izledim. Çok çalıştın, aferin.” dedi.
Refakatçi, yastık, yelek derken müdür hemen anladı: “Amca’da para bulunmaz, Alzheimer hastası olduğu için dedesinden kalma zannettiği yeleği titizlikle korur, yatarken yastığının altına koyar.” dedi. “Ayrıca sen burada hastaya refakat ettiğin için birçok sevap kazanıyorsun. Peygamberimiz: “Hastaların duasını alınız; onların duası makbuldür.” buyurmuştur. Sen hem para, hem sevap kazanıyorsun. Hastalara bakmak, hoşnut etmek sadaka hükmüne geçer.” dedi.
Müdür ayrıldıktan sonra, refakatçinin keyfine diyecek yoktu. İçini sonsuz bir sevinç halesi kaplamış, mutluluktan uçuyordu.