Vefa ile Süleymaniye arasında, su kemerlerinin hemen bitişiğinde derviş edasıyla duran Kalenderhane Camii’ne doğru yola koyuluyoruz.
Artan hava sıcaklıkları sebebiyle yer yer bitkin düşsek de niyetimizi tazeleyip yol kenarındaki hayratlarda yüzümüzü yıkaya yıkaya devam ediyoruz yola. 12. Yüzyıl da kilise olarak inşa edildiğini öğrendiğimiz bu yapı solgun benziyle bizi karşılıyor. Camiin küçük avlusuna özensiz bir şekilde yığılmış ahşap piknik masaları musalla taşının üzerini kaplıyor. Caminin avlusuna bitişik olan ve caminin bir parçası olduğunu öğrendiğimiz sözde çimenlik alan da piknik masalarının yığıntı görüntüsünden farksız. Güzellikleri görebilmek gayretiyle böylesi dağınık ve kötü görüntülerin arasından geçerek caminin içine doğru yöneliyoruz.
İstanbul’un fethiyle birlikle camiye çevrildiğini öğrendiğimiz yapının içerisine girenler Bizans mimarisinin özelliklerini ve kilise detaylarını çok net görebilir. Kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilere göre kiliseden çevrilen bu camiyi kasvetli ve karanlık atmosferden kurtarmak için ilâve pencereler açılmış. İstanbul’un fethinden sonra cami içerisinde Sahih-i Buhari okuması için hocaların görevlendirildiğini de camide mukabele okuyan yaşlı amcalardan öğreniyoruz.
Cahile söz anlatmak…
Yaklaşan iftar saatiyle soframızı kurmak için uygun bir köşe arıyoruz. Musalla taşının üzerine yığılmış ahşap masalardan birisini kullanmaya karar verip masalarla çetin bir mücadeleye girişiyoruz. İlk etapta kendisini cami görevlisi diye tanıtan Belediye Başkanı edasıyla ahkâm kesen bir beyefendi bize doğru yöneliyor ve “yasak yasak” diye nezaketsiz bir şekilde bağırıyor. Kendisinin kim olduğunu ve ne için yasak olduğunu sorduğumuzda yine aynı nezaketsiz tutumunu sürdürerek bağırmaya devam ediyor ve “Bunlar caminin. Kendi malınız gibi kullanamazsınız” şeklinde tutarsız cümleler kurarak bağırmaya devam ediyor. Gazeteci olduğumuzu ve her akşam bir camide iftar programı yaptığımızı öğrenince ses tonunu biraz daha düşüren bu nezaketsiz beyefendiye ismini ve buradaki görevini soruyoruz. Vakur kararlılığımızı fark eden bu kişinin cami görevlisi olmadığını öğreniyoruz. Gerçek muhatabımızı bularak durumu izah ediyoruz ve tebessümle selâmlaşıp esas cami görevlisinin yanından ayrılıyoruz. Rahmetli dedemden sıkça duyduğum bir söz geliyor burada aklıma, “Cahile söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur” Yaşanan bu tatsız hadisenin yaklaşan iftar saatinin mutluluğunu gölgelemesine izin vermeden temizlediğimiz masalardan birisinin üzerine azığımızdan çıkanları sermeye koyuluyoruz.