İstanbul trafiğinde vermiş olduğumuz zorlu mücadeleden saatler sonra Beylerbeyi (Hamid-i Evvel) Camii’ne nihayet ulaşıyoruz.
Kulaklarımızda çınlayan motor sesleri, korna sesleri caminin avlusuna adım attığımız andan itibaren silinip gidiyor. Sultan I. Abdülhamid Han’ın annesi Rabia Sermi Sultan adına, Mimar Mehmet Tahir Ağa’ya yaptırmış olduğu bu cami bizlere anne şefkatini hissettiriyor. Hamid-i Evvel Camii’nde daha önce hiç duymadığımız ve görmediğimiz bir manzara ile karşılaşıyoruz. Denize sıfır olan bu yapıda martı sesleri ve dalga sesleri kubbenin altında birleşip mukabele yapan insanların seslerine ahenk katıyor ve âdeta martılar mü’minlerle kucaklaşıyor... Bu tarifsiz tını eşliğinde eda ettiğimiz ikindi namazımızı hayatımızın unutulmaz anlarından biri olarak not defterime iliştirmeye çalışıyorum. Heyecanla birbirine tutuşturmaya çalıştığım harfler hislerimizi tarifte yetersiz kalıyor.
Deniz sırtımızı sıvazlıyor
Kıbleye yöneldiğimizde arkamızdan esen tatlı deniz esintisi sırtımızı sıvazlıyor. Bu esnada İstanbul Boğazını ve eşsiz manzarayı arkamızda bırakarak yönümüzü kıbleye çevirmemiz ‘dünya nimetlerini bırakıp Rabbe yönelmenin’ tarifsiz hazzını en özel şekilde hissettiriyor.
Meczup mu, akîl mi?
Denizden yansıyan ışıkların caminin 55 penceresinden süzülerek fil dişinden, kündekâri olarak yapılmış olan minbere değmesiyle göz kamaştıran bir görüntü ortaya çıkıyor. Böylesi görüntülere dalmışken, kulağımıza dokunan bir sesle irkiliyoruz ve cami içerisinde sesli zikir yapan meczup teyzenin gözlerini kubbeden ayırmadığını görüyoruz. Camiden ayrıldıktan sonra kubbe kasnağında bulunan hatların Yesârîzâde’nin celî sülüsle yazdığı “esmâ-i hüsnâ” olduğunu öğreniyoruz. Öğrendiğimiz bu bilgiden sonra kimin meczup kimin akîl olduğunu bir kez daha düşünüp tebessüm ediyoruz.
“Padişahlık benim neyime, bir derviş olaydım ben”
Sultan I. Abdülhamid Han’ın bu camiye derviş görünümüyle geldiğini ve imamın sağ tarafında bulunan saatin önüne bağdaş kurarak zikir çektiğini de öğreniyoruz. Camide saatlerce zikir çeken Abdülhamid Han’ın, “Padişahlık benim neyime, bir derviş olaydım ben” dediği de rivayetler arasında.