"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Secdeye susayanlar

N. Nur ENER
08 Haziran 2016, Çarşamba
“Evvel refîk bade'l-tarîk “ demiş büyükler. Evvela yol arkadaşı, sonra yol…

Yoldaştan emin olunca yola koyulmak da zor olmuyor. Çantadan çıkan iki domatesin bile en küçüğünü kendine almaya çalışan 5 yıllık bir refik ile çıkıyorum yola. Bir Ramazan’ı daha İstanbul’da eda etmenin lütfunu başımıza taç ederken yol arkadaşım Merve'yle İstanbul'u yeniden keşfe niyet ediyoruz. İlk adıma Üsküdar'dan başlıyoruz. “Üsküdar, mukaddes bir belde olup bütün Anadolu, Arap, Acem, Hind, Sind ülkelerinin geçididir. Bu bakımdan limanı gayet büyük bir şehirdir. İstanbul’dan altı mil mesafe uzaklıktadır” diyor Evliya Çelebi Üsküdar’ı anlatırken. Asya kıtasının en eski yerleşim birimi olan Üsküdar’da susuyoruz Ramazan’ın ilk secdesine. İftar saatinde yuvasına yetişmenin sadakatiyle yollarda koşan kalabalıkları geçerek Mihrimah Sultan Camiine ulaşmaya çalışıyoruz. Mihrimah Sultan Camiini ziyarete gidenler arkasındaki dar sokağı ve paralelindeki dik yokuşu bilirler muhakkak. Tarihin oya gibi işlendiği, babaanemin çeyiz sandığı gibi kokan bu sokakta soluklanıp, caminin tarihini yeniden okumaya başlıyoruz. 

Romantik tarih hikayeleri gerçek mi?

21. yy’ın muhafazakâr gençlerinin en büyük hastalıklarından birisi de her buldukları boşluğu vavlı, elifli sun’i aşk hayaletleri ile doldurmak. Mihrimah Sultan Camiinin tarihini okurken de böylesi 'rivayetler' çıkıyor karşımıza. Caminin tarihini anlatan bir çok kaynak “Mimar Sinan'ın Mihrimah Sultan’a aşkından” bahsediyor. Kalbimizin bir yanı böylesi efsunlu bir hikâyeye inanmak isterken,  aklımız bir adım öne geçiyor ve tebessümle devam ediyoruz gerçekleri okumaya. İskender Palanın da 'mecaz anlatım' kullanarak kaleme aldığı bu aşk hikâyesi öylesine yayılmış ki, Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan adına yaptırdığı bu camiin tarihini anlamamızın önüne geçecek adeta. Tarihçileri harekete geçirir inşallah.

Tarihi romantikleştirmekten arındırmak

Harvard Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Gülru Necip-oğlu bu ‘aşk hikâyesinin’ ortaya çıkışını anlatıyor bize. Kuyuya atılan bu taşı kaç akıllı birleşirse kurtarır bilemiyorum, ama Prof. Necipoğlu’nun anlattıkları haricinde başka bir kaynak bulamadık maalesef… Prof. Necipoğlu bu hikâyenin ilk kez Arthur Stratton isimli bir yazar tarafından dile getirildiğini belirtiyor ve “Stratton 1972 yılında Londra’da yayınladığı Mimar Sinan’ın biyografik romanında bir aşk kurgusu yapmış. Ancak dilden dile dolaşan bir hikâye bu. Tarihle ilgili bir şey söyleyeceksek tarihî belgeler üzerinden konuşmalıyız. Bu konuda herhangi bir kaynak olmadığı için bu hikâyenin tamamen uydurma olduğunu düşünüyorum” diyor. Mihrimah Sultan Camiinin esas hikâyesini  tarihi romantikleştirmekten arındırdığımız zaman öğrenebileceğiz sanırım. Yayılan bu rivayetler ekseninde Osmanlı’nın edeple yoğrulan ediplerinin, mimarlarının edep dışı hallerle izah edilerek, romantik hikayelere kurban verilmesinin hakiki tarihçileri harekete  geçirmesini umud ediyoruz. 

Secdeye susayanlar

Ezanın okunmasına dakikalar kala hareketli camii bahçesi yerini kimsesizler, yalnızlar ve fakirlere bırakmıştı... İstanbul'a kucak açmış, sulara anlatılan tüm dertleri sinesine doldurmuş gibi duran Mihrimah Sultan Camii orucun sabrını secdeyle taçlandırmak isteyenleri içine almıştı... Akşam ezanın okunmasının hemen ardından secdeye susasan 4-5 mümin caminin içerisine giderken, bahçede meczuplarla kala kalmıştık... 

Rabbimizin ikramı 

Yol arkadaşımla iftarı beklerken bir an kendimizi yemek sohbeti içinde bulmuş ve canımızın o an çektiği bir şeyden söz geçirmiştik. En sonunda istediğimizi almamakta karar kılmış ve kanaatte elimizdekilere şükretmiştik. Bu mülahazalarla akşam namazının ardından Üsküdar’a gelmişken Aziz Mahmut Hüdai hazretlerini de ziyaret etmeden gitmeyelim dedik. Ziyaretimiz sonrası bir sokak çaycısında iki bardak çay yudumlarken olanlar oldu… Rabbimiz canımızın çektiği o nimeti bir kulunun eliyle bize ikram etti. Çaylarımızı yudumlarken işletme sahibi hanımefendi elinde bir tabakla yanımıza geldi. Şaşkınlığımızı gizleyemeyerek teşekkür ettik ve ikramını kabul ettik. Yüzümüzdeki tebessümle “Rızkı verenin yalnız Allah olduğunu” bir kez daha hatırladık. 

Okunma Sayısı: 1912
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı