“Düşman veya muhalefet” kelimelerinin kullanım alanlarının zaman ve zemindeki büyük kaymalarla, amacından uzak ve oldukça sapıp kaydığı böyle bir ortamda “nefisle mücadele” elbette ki kolay değil.
Menfiliklerin bir kara basan gibi istilâsında “meşrûiyette kalmak” ve istikameti muhafaza etmek zor iş! “Dünyevileşme” kâbusunun hükmedip olağanmış! Gibi kabullenme eğiliminde dik durmak her babayiğidin harcı değil.
Maddiyata bulaşmış dünya piyasasının “ekonomik krizleri” karşısında ayakta durmak yürek istiyor.
Böyle bir ortamda “maneviyatı ve semaviliği” öne çıkarmak, onu savunmak derin bir vukufiyet, sağlam bir irade ve inanç gerektiriyor. Fitnenin kol gezdiği ve asıl hedefinin din ve dinî grup ve cemaatler olduğu bir düzende savrulmamak ve sarsılmamak bir Îlâhî lütuf ve inayet ister.
Müslümanların ve de özellikle dâvâ sahiplerinin imtihanları çok büyük!
“Ah dâvâm!” haykırış ve idealinin, “omuzuna ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş” olan bir ihsanın, kudsî bir hizmetin esaslarını da, kıymetini de tatbik ederek yaşayabilmek çok büyük bir imtihan ve gerçek cihaddır. Böyle bir dâvâda, her türlü olumsuzluklara karşı; her an, her zaman, her iş, her hizmet, her halûkârda, dâvâsına, dâvâ arkadaşına ve inancına karşı;
“Ben bu işte yokum!” deme lüksü yoktur!
“Benden buraya kadar!” deme hakkı yoktur!
“Ben yoruldum, Yeter artık!” deme şansı yoktur!
“Ben sizinle yapamıyorum!” deme aykırılığı ve bıkkınlığı olamaz!
“Ne haliniz varsa görün!” diyerek pes edip dâvâ arkadaşlarını yalnız bırakamaz!
“Hizmeti hep ben mi düşüneceğim!” deme sorumsuzluğunu yapamaz!
Geniş İslâm coğrafyasındaki, acı ve ibret verici ciğer parçalayan örnekler hâlâ yaşanmaya devam ediyor. Bu topraklarda asırları içine alan “ifsat komitesinin” imha plânına karşı koyacak en sağlam gerçekler Risale-i Nurlar’da çözümleriyle var. Ümmet ve insanlık bu hakikatleri arıyor ve muhtaçtır. Bunu bekliyor. Kalp ve gönüllere işlenecek ve yerleştirecek “manevî cihaddır”
Dâvâ, inanç, şuurlu bir mü’min, kavganın, silâhın, kanın, kinin, hukuksuzluğun, haksızlığın, gerginliğin, katletmenin, sömürmenin, düşmanlığın, aykırılığın ve ötekileştirmenin yanında olamaz!
Sorumluluğu bilen, “dâvâ adamına” yakışan: Molla Resül’ün cesaret ve mertliğini, Molla Hamid’in saffetini, Hulusi’nin sadâkatini, Hüsrev’in maharetini, Re’fet’in dikkatini, Tahiri’nin velâyetini, Zübeyir’in metaneti ve istikametini, Sungur’un Risale-i Nur’a hâkimiyetini, Bayram’ın Üstadının şahsında ve dâvâsında faniyetini ve serdengeçtiliğini, “şahs-ı manevî” havuzunda devam ettirmektir. Saffeti, gayreti, metaneti, ihlâs, muhabbet ve uhuvveti ihtiyacı karşılar her halde. Bahanelere sığınmak isteyen, kendi kendini kandırmaya çalışan “nefise” asla fırsat vermemektir. Mesuliyet ve sorumluluktan kurtulmaya çalışan nefse kanmamaktır.
Dünyevîliğe kaymasına müsamaha etmemektir. Birlik, beraberlik, ittifak, kardeşlik, sadâkat, istikamet, saffet ve ihlâs sırlarını kazanıp muhafaza etmek veya -Allah korusun!- kaybetme imtihanı dehşetli bir imtihandır.
Bütün gücünü, “bahane” bağlayan “nefsin!” ve onun sırdaşları olan, asabiyet, damar, bencillik, hodgamlık, ene, öfke, kin, garaz, zan, sorumsuzluk, gıybet… vb menfi his ve duygulardan nemalanan bu vücuttaki amansız illet, “manevî virüsün” meydan almasına mutlak surette mani olunmalıdır. Alışkanlıklar, bağımlılık ve ülfet; genç beyinlerimizi de bizden alıp maalesef dumura uğratma yarışında! Cazibedar dünyanın aldatan oyunlarından kaçmak ve yaraları sarmak, kötülükleri ıslah etmek için yeniden bir silkinmeye ihtiyacımız var diye düşünüyorum.
Bütün inanç sahiplerinin kurtuluş reçetesi, dünyevî oyunlar, siyasî tarafgirlik ve tuzaklar değil; “manevî cihaddadır.”
İnancımızın, kardeşliğimizin ve dâvâmızın gereği olan birlik, beraberlik, sadâkat, istikamet ve sebatımız ile, nefsi kusur ve aczimizi bilip, özümüze dönüp, hiçliğimizi görüp, istiğfarla teselli bulup, kardeşlerimizden duâ isteme mesleğinde berdevam olmak ümit ve temennisiyle.