Her şey bu köşedeki bir önceki yazımızda, okuyucularımızdan kıymetli araştırmacı-yazar Bilal Tunç’un bir “düzeltme”sine verdiğimiz cevapla başladı.
Bilmeyenler için özetlemek gerekirse, mevzu “bir kelimenin telâffuzu”yla alâkalıydı. Tunç Ağabey, bizim “kàbilinden” diye kaleme aldığımız kelimenin aslında “kabîlinden” diye yazılması gerektiğini bildirmişti. Fakat biz “doğru olduğuna inandığımız”da direttik.
Meğer o da soyadının çağrıştırdığı gibi “ağır/dayanıklı” imiş. Mes’elesini ısrarla ta’kip etti ve e-mail yoluyla bir mektup gönderdi—imlâsına dokunmadan aşağıya aldığımız üzere...
MEKTUP İÇİNDE MEKTUP
Gazetemizin olmazsa olmazlarından
Aziz ve Muhterem Orhan Bey Kardeşim..
Hatırlatma ve bilgi kabîlinden husûsî olarak gönderdiğim mesajım her nasılsa köşenize, dolayısıyle internete düşmüş bulunuyor..
Öyle de kalmamış..
Kendinizi hem savcı, hem hâkim nasb ederek fakîri mahkûm etmişsiniz.
Asıl önemlisi, ecdâd mîrâsı dilimizi de rencîde etmişsiniz iyilik zannıyle..
Size birkaç mesaj daha gönderdim..
Cevap gelmeyince danışmak ve görüşlerini almak üzere mes’eleyi Nâhid Topaloğlu’na ilettim.
25.3.2020 târîhi ile şu yorumu yapmış yazınıza:
—Orhan Kardeşim,
Bilal Tunç Ağabeyin “kabîlinden” kelimesi hakkındaki ikazı bence de doğrudur.
“Bu kabil” “Bu kabilden” “kabîlinden” biçimindeki kullanımlarda kelime “‘kabîl”dir. Yani “a” kısadır.
Osmanlıca-Türkçe Sözlük s. 597. şeklinde verdiğiniz kaynak kimin eseridir belirtmemişsiniz, ama Devellioğlu’nun lügati ise eğer, oradaki bilgiler de Bilal Tunç’u destekler mahiyettedir. TDK sözlüğü de aynı şekilde Bilal Tunç’u doğrulamaktadır: “Kabîl: Türlü, gibi, benzer”
Durumu bir dahaki yazınızda tashih ederseniz isabetli olur düşüncesindeyim.
Bir hocamız vardı Edebiyat fakültesinde. Benzer tartışmalarda “Lügata pehlivanlık olmaz,” der ve ne kadar makbul lügat varsa hemen açtırır, yerinden okuttururdu.
Muhabbetlerimle . Bâki selâmlar.—
İnsan olmak hasebiyle hiçbirimiz hatâdan hâlî olamıyoruz..
Hatâlarımız, en iyi öğretmenlerimizdir aslında.
Gazeteye yazmak, yorum göndermek gibi bir imkânım yok.. Olsa da yaydan çıkan oku geri getirmek kàbil değil ne yazık ki!..
Sizden istirhâmım, mütekàbiliyet olmasa da—telâfi adına—bu gönderiyi köşenizde paylaşmanız...
Selâm ve muhabbetlerimle...
“DOST, ACI SÖYLER”MİŞ...
“Mektup içindeki mektub”a—teşekkür etmekten başka—diyeceğimiz bir şey yok.
Fakat Tunç Ağabeyimizin “Kendinizi hem savcı, hem hâkim nasb ederek fakîri mahkûm etmişsiniz..” ifadeleri dikkatimizi çekti.
Demek yazarlık ya övgüyü, ya yergiyi ya da her ikisini birden celp edermiş. (“İlerisi”ni düşünmek bile istemeyiz—Allah muhafaza!) Ve demek “dost, acı söyler”miş...
Elbette maksadımız “polemik” (kalem kavgası) değildir.
Ve bundan böyle “ikinci bir kırk kere” daha düşünüp öyle yazacağız vesselâm!