Bediüzzaman yirmi dördüncü Söz’de, “Şu kâinat sarayında bir nev’î hademe olan insanlar, hem melâikeye benzer, hem hayvanâta benzer.” (Sözler, s. 321) buyurmaktadır.
Yani insan, çok yönlü kompleks bir varlıktır. Hem maddî hem de manevî cihazat itibariyle en mükemmel bir varlık olarak yaratılmıştır. Duyguları ebede uzanmış, hayvanların aksine, geçmiş ve geleceği algılayıp kavrayabilir, bununla birlikte, manevî cihazat itibari ile de meleklerden çok üstündür. Allah yarattığı bütün varlıklara ister hayvan olsun ister melek, hepsinin istidat ve kabiliyetlerini sınırlandırdığı halde, insanın kabiliyetlerine bir sınır koymadı. Bu duyguları ile insan, meleklerden daha yüksek makam olan âlâyı illiyyine çıkabildiği gibi, nefsine uyarak hayvandan daha aşağıya, esfeli safiline de düşebilir.
Melekler kendilerine verilen görevi, nefisleri olmadığından hakkıyla yaparlar ve Allah’ın kudretinin kâinattaki ilâncılarıdır. İnsan bu yönü ile de meleklere benzerler ve asıl yaratılışlarının sebebi de budur. Yani insan ve bütün varlıklar, Allah’ın âyetleridir (birliğinin delilleridir). Bir ayinenin büyüklük ve şeffaflığı itibari ile güneşin özelliklerini farklı büyüklük ve kalitede gösterdiği gibi, varlıklarda Allah’ın birliğini farklı şekilde gösterirler, fakat insanın yaptığı ayinelik görevi, diğer mahlûkattan çok farklıdır. Allah’a devamlı secde, ibadet ve hamdde bulunan melekleri çoktu. Bu yönde kulluk yapacak yeni bir mahlûka ihtiyaç yoktu. Allah, insana nefis ile birlikte cüz’î irade vererek, bir yönü ile hayvana bir yönü ile meleklere benzeterek yaratmıştır. Yani insan, yüzde elli melek, yüzde elli hayvan olarak yaratıldı, fakat aslanın başı atın kuyruğu gibi birkaç hayvandan acayip bir mahlûk oluşturmak gibi değildir. İnsan san’at itibari ile Allah’ın Bedi isminin gereği olarak hiçbir varlığa benzemez. Allah, kendi iradesi ile büyüklük ve azametini anlayıp, aklını kullanan, nefsine uymayan bir varlığın olmasını arzu ettiği için insanı yarattı. Onun için Allah, düşünceler ve kabiliyetleri sınırlandırmadı ve bizde sınırlamamalıyız. Bediüzzaman, şu haram, şu helâl deyip, helâllerde bile aşırıya kaçmak, iyilik zannı ile şeriatın dışına çıkmak, insanların bilhassa çocukların kabiliyetlerini sınırlandıracağını ve bu durum onları insanlıktan çıkarıp bir nev’î hayvanlık mertebesine indirdiğini zımnen söylüyor.
Her şey aşırı bir şekilde sınırlandırılırsa, hiçbir insan kötülük yapamaz. İçki içmek, zina yapmak, çalmak isterse, bunlara imkân bulamaz. İnsan, zina yapmadığı için kemale ermez, fırsat bulduğu zaman bundan kaçınırsa ve Allah yasakladı deyip uzak durursa kâmil insan olur. Kişinin zihninde vardır, fakat fırsat bulamaz, bu gerçek iman değildir. Kişilere fırsat verildikçe altın mı, kömür mü olduğu meydana çıkar. Kimisi yüz lira bulur cebine koyar, kimisi haramdır der hayra verir, fakat o hayra veren kişi, belki yüz milyar bulsa gizlice alacak. Demek ki her insanın belli bir değeri vardır. Genelde o şekilde ki kişiler de bir makam alınca karakterleri değişir. Halk, yahu bu adama ne oldu, beş vakit namaz kılardı, harama helâle dikkat ederdi, şimdi ne oldu, işte o adamın kişiliği o kadar. Belli noktaya geldi mi, namaz boynumun borcu, hırsızlık cebimizin harçlığı diyebilir. Derler ya, şu adamı padişah yaptılar ilk önce babasını astı. Kişilerin değeri bu şekilde meydana çıkar. Demek ki kişilerin namaz ve ibadetlerine aldanıp aşırı şekilde güvenmemeli, alış verişler kayıtla güvence altına alınmalıdır. Hz. Yusuf, Kur’ân’da mealen, “nefse güvenilmez o kötülükleri emreder, Allah korursa o müstesna”. Bu da, duânın çok ehemmiyetli olduğunu gösteriyor. Devamlı duâ ile Allah’a sığınmalıyız, çünkü nefsimiz O’nun elindedir.
Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz; eskiden şeriatı uygulayan devletler, kurallar ile şerlerde sınırlandırmalar getirerek insanları koruma altına alıp, yanlış yapmalarını önlerdi. Bu zamanda devlet güvencesi bir nebze kalktı, her yerde haramlara kolayca ulaşılabiliyor, artık bundan sonra Kur’ân’ın mu’cizeliği ve ilmin gereği olarak tahkikî imanla, insanlar doğruyu ve yanlışı kendi iradeleri ile bulacaklar, işte bu sebepten bu zamanda kendini gerçek manada koruyanlar, geçmiş zamanın velilerinden daha üstün makama çıkabilirler.