Malûm, 70’li senelerin meşhur siyasî liderleri; “Demirel, Erbakan, Türkeş ve Ecevit’ti.” Devamlı, kıyasıya bir siyâsi münâkaşaların yapıldığı o senelerde, hem Demirel, hem Erbakan, ikisi de, İTÜ’den sınıf arkadaşları olduklarını söylüyorlardı.
Gerçi, ikisi de mühendisti, ama Demirel inşaat, Erbakan makine mühendisi idi. O zamanlar, bunu benim aklım almıyordu. Şubeler, meslekler farklıydı, ama ikisi de nasıl sınıf arkadaşı oluyordu?
Beni bir merak sardı ve o zamanki imkânlarla (şimdiki gibi bir “tık” la her şeye ulaşılamıyordu.) araştırmaya başladım. Evvelâ, ikisinin de, “İTÜ mezuniyet yıllığı”ndaki hâllerini okudum. Demirel bıyıklı, Erbakan bıyıksızdı. Her ikisi için de, ortak olarak; “akıllı, zekî, çalışkan” gibi vasıflar sayılıyordu.
Şecerelerini incelemeye başladım. Demirel’in; anası da, babası da, Isparta İslâmköy’lü, halk çocuğu. Babası çiftçi Yahya Efendi. Anası da, yine köy kadını, Ümmühan ana. Kendisi ise, çocukluğunda yaptığı işten dolayı, “Çoban Sülü” namlı birisi.
Erbakan’ın ailesi ise; halk tabakasından ziyâde, elit tabaka denilen bir zümre. Babası, Adana Kozanoğlu sülâlesinden Mehmed Sabri Bey. Meslek olarak da, ağır ceza reisi. Ve M. Kemal’in Trabzon’a geldiğinde, onu karşılayanlardan biri. Annesi ise; Sinop’un meşhur ailelerinden biri olan, Kamer Hanım.
İşin garibi, Demirel siyâsi hayatına hep kendi memleketi olan Isparta’dan başlayıp devam etmişken, Erbakan ise, siyâsete ilk adım attığı yer olarak, memleketi olan Sinop değil, potansiyeli olan Konya idi. Çok kimse, Erbakan’ı, bu yüzden “Konyalı” olarak bilir.
Kaderin cilvesi işte, ben de, 70’li senelerde, şimdiki Gazi Üniversitesi’nin makine mühendisliği bölümüne başlamıştım. Üçüncü sınıf Akışkanlar mekaniği hocamız, o zamanlar DSİ Gn. Müdürlüğü’nde daire başkanı olan, “Kadri Örencik” idi. Bazen, ders aralarında hocalar, havayı değiştirmek için, ders harici şeyler anlatır ya, işte bir gün, Kadri hoca da, lâf lâfı açınca, demez mi, “ben, Demirel ve Erbakan’la sınıf arkadaşıydım.”
Haydaaa… Aradığımı bulmuştum galiba. “Aklımın bir köşesindeki” o bilmeceyi hemen hocaya sordum. Hoca tebessüm etti. “gençler, öyle değil. Bizim zamanımızda İTÜ’de, 1. ve 2. sınıfların dersi, aynı olduğundan, aynı sınıfta okur, 3. Sınıftan itibaren, kendi şubemize, mesleğimizi öğreneceğimiz ayrı sınıflara geçerdik” deyince, öyle sevindim ki, “Ya hocam teşekkür ederim, gerçekten bunu bilmiyordum. Hele de, biz de mühendislik tahsiline başlayınca, daha da çözememiştim. Siz bu meselemizi hâllettiniz, sağ olun” dedim. Hakikaten de, farklı meslek olmasına rağmen, mühendisliklerin, o senelerde de, 1 ve 2. sınıflarının dersi, hemen, hemen aynıydı. Ancak, 3. sınıfta, meslek derslerini öğrenmeye başlamıştık.
Bir de tevafuk oldu. Ben, mühendislik okumaya biraz geç kalmıştım. Bir-iki sene evvel gelseymiştim, o zaman bizim ders hocamız Erbakan olacakmıştı. Siyaset sahasına geçtiği için, okulda hocalığı bırakmıştı. (Okulumuz bizden evvel devlet değil, özel Yükseliş, Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi’ydi. Sahibi de, Süleyman Demirel’in kardeşi, ‘Hacı Ali Demirel’ idi.) Gerçi, Erbakan, hocamız olmamıştı, ama onun asistanları hocamız olmuştu. ona yetişemedik. Erbakan olsaydı, bu suâli, bizzat ona sorardık. Ama o sözün çözülmesi, bizi çok sevindirmişti.