“Kün!” yani “Ol!” emrini müfessirlerimiz, “İlahi iradenin süratle tahakkuku” olarak izah ediyorlar. Cenâb-ı Hak bir şeyi yaratmayı dilediğinde, o şey çok kolay ve çabuk meydana gelir. Bu hakikat, “Ol der o da hemen oluverir” şeklinde Kur’an’da bize ders verilmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, yaratılışı iki farklı şekliyle ele alıyor: İbda ve inşa. İbda, bir şeyin zamansız olarak hemen meydana gelmesidir. Meleklerin ve ruhların yaratılmaları gibi. İnşa ise, bu hikmet dünyasının bir gereği olarak, şu âlem bir anda değil de altı devrede yaratıldığı gibi, birçok mahlûkların da yine bir anda değil safhalar halinde, tedricen yaratılmalarıdır. İnşa tarzındaki yaratılışta da “Kün” yani “Ol!” emri söz konusudur. Şu farkla ki, inşâda bu emir, sanki yaratılışın her safhası için verilmektedir. Çekirdek, ol emriyle ağaç olduğu gibi, nutfe de yine ol emriyle insan olur. Çünkü bu safhaların her biri ayrı ve mükemmel bir hâdisedir.
Henüz varlığından hiçbir işaret olmayan şeylere verilen “ol” emri ise, Allah’ın ilminde mevcut olan mahiyetlere haricî vücut giymelerinin emredilmeleri şeklinde anlaşılabilir. Bunun bir örneği insanda var. Mesela, biz ilmimizde bir cümle kurduğumuzda bu cümle artık vardır. Bu cümleyi kağıda yazmayı irade ettiğimizde, ilim dairesinden kudret dairesine geçmiş olur. Kağıttan bu cümleyi sildiğimizde ise, kudret dairesinden tekrar ilim dairesine geçmiş olur.
O halde, “ol” emri her iki halde de yok olan bir şeye verilmiyor. Ya var olan bir şeye terakkisi veya şeklini değiştirmesi için verilmiş oluyor, yahut ilim dairesindeki eşyaya kudret dairesine geçmeleri emredilmiş oluyor.
İlâhî sıfatlar için eşyanın yoktan yaratılmalarıyla, mevcut şeylerin bir araya getirilerek yaratılmaları arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü bütün İlâhî sıfatlar sonsuz ve mutlaktır. Sıfatlar sonsuzdur; yani ne kadar eşya yaratılırsa yaratılsın, bu sıfatlarda hiçbir değişme olmaz. Matematikte de bu böyle değil mi? Sonsuzdan neyi çıkarırsanız onun sonsuzluğunda hiçbir değişme olmaz, o daima sonsuzdur. Daha doğrusu, sonsuzdan bir şey çıkmaz, bu çıkarma farazîdir.
Demek ki, “Vâcibü’l-Vücud zâtında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef’alinde de benzemiyor. Çünki Vâcibü’l-Vücud’un kudretine nisbeten yakın-uzak, az-çok, küçük-büyük, ferd-nev’, cüz’-küll aralarında fark yoktur.”1
Bizim irademiz cüz’i, Allah’ın iradesi ise külli’dir. Cüzi’i irade ise, bir anda ancak bir şey dileyebilen, iki şeye birlikte taallûk edemeyen insan iradesidir. Yani insan bir anda iki ayrı şeyi irade edemediği için bu ihtiyarî işler de sıra ile oluyor. Önce bir kelimeyi söylüyoruz, sonra diğerini; iki kelimeyi birlikte telaffuz edemiyoruz. Önce bir yöne bakıyoruz, sonra başka bir yöne; iki yöne birlikte bakamıyoruz. Bu insanda ihtiyari fiillerde böyle olduğu gibi, birde insanın iradesi dışında, insanda meydana gelen ızdırarî fiiller vardır.
O halde insanda küçük mikyasta gördüğümüz gerçeği bütün kâinata da teşmil edebiliriz. Bu muhteşem âlemde de sonsuz faaliyetler birlikte görülürler. Demek ki, sonsuz denecek kadar “Kün!” emri birlikte verilmektedir.
Evet, insan sonsuz aciz ve fakir, ihtiyaçları da sonsuz ve nihayetsizdir. Böyle bir insan öyle bir sultana istinat etmeli ki, “bir şeye ol deyince hemen oluverir.” Ancak böyle bir sultana istinat etmekle bütün ihtiyaçları çok rahatlıkla görülebilir.
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, Zerre