Sebep ağaç olursa, müsebbeb onun meyvesi olur. Müsebbib ise, hem sebep hem de müsebbebi yaratan Allah’tır.
“Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedahe rahmettir.”
Evet, rahmetin vücudu ve tahakkuku, güneş kadar açık olduğu halde, insanlar kendilerine verilen nimetleri sebeplere verebiliyorlar. İnsanı buna sevk eden saik ise, Cenab-ı Allah bu görünen âlemde genellikle mahlûkatı sebepleriyle yaratıyor. Yani meyveyi ağaçtan, hububatı topraktan, insanı anne ve babadan. Demek ki sebeple müsebbep arasında yakın bir alâka var.
Sebebin devamlı müsebbibin eli ile gelmesi, demek ki “sebebi müsebbep yaratıyor” deyip, kanun şeklindeki bu İlâhî nizam kudretin sonsuzluğuna bir delillik iken, küfre ve dalâlete sebep olabiliyor. Zahirde sebeple müsebbeb, yani ağaçla meyve bitişik görünse de aralarında uzun bir mesafe var. O uzun mesafede Esmâ-i İlâhiye tulu ediyor, güneş gibi görünüyor. Doğuş yerleri o mesafeyi maneviyedir. Manevî mesafe ise: Kitab’ın üstünde gezinen sinek, maddî olarak kitaba yakın olmakla birlikte, kitabın içindeki manalara çok uzak olması gibi, ağaca yakın olan elma ağacı tanımaz, ağaçta elma yapmasını bilmez. Öyleyse, ağacı da, elmayı da yaratan Cenab-ı Allah’tır. Ondan çıkan meyve de Rezzak ismi tecelli ediyor, onu size rızık olarak gönderen Benim diyor. Elmayı yaratan elma yaratmasını da biliyor, bizi de tanıyor. Öyleyse onda Âlim ismi, Hâlık ismi okunuyor. Tadını dilimize göre, kokusunu burnumuza göre yaratıp bize faydasını gözeterek, Hakim ismleri gibi daha bir çok isimleri ile bize Kendini tanıttırmak istiyor.
Bediüzzaman Hazretleri, sebeple müsebbep arasındaki zahiren bitişik, hakikatta uzun mesafeler olduğunu, şu harika misalle açıklıyor: “Nasılki zahir nazarda dağların daire-i ufkunda semanın etekleri muttasıl ve mukarin görünür. Halbuki daire-i ufk-u cibalîden semanın eteğine kadar, umum yıldızların matla’ları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesafe-i azîme bulunduğu gibi; esbab ile müsebbebat mabeyninde öyle bir mesafe-i maneviye var ki, imanın dürbünüyle, Kur’ân’ın nuruyla görünür.” diyerek, sebeplerin adi, basit, müsebbebin mükemmel olduğunu nazara vererek, bütün o müteselsil esbap ve müsebbebat içinde o gayeyi gören ve takip eden gizli bir mutasarrıfın bulunduğunu ve o esbap onun perdesi olduğunu isbat eder.