Peygamberimizin (asm) Kur’ân-ı Kerîm’i yaşama, tebliğ, tatbik ve beyan konusunda takip ettiği usule ve yola “Sünnet” denir. Nitekim bu manada Peygamberimiz (asm) “Kim iyi bir yol/çığır/sünnet açarsa onun ve onunla amel edenlerin sevabı eksilmeden onun defterine geçer. Aynı şekilde kim de kötü bir yol/çığır açarsa onun ve onunla amel edenlerin günahı eksilmeksizin onun defterine geçer” (Müslim, İlim, 15) buyurarak açılan çığır ve takip edilecek usul ve yolun “Sünnet” olduğunu belirtmiştir.
Hadis âlimleri ve imamları bu manada sünneti “Peygamberimizin (asm) sözleri, fiilleri ve takrirleri” şeklinde sınıflandırarak açıklamışlardır. Usul uleması da sünneti “Peygamberimizin (asm) Kur’ân-ı Kerîm dışındaki sözleri, Allah’ın emirlerini uygulama konusundaki fiilleri ve takrirleri olarak” tarif ederler. Kavlî sünnete “Ameller niyetlere göredir” (Buharî, Bed’ul-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155) hadisi delildir.
Fiilî sünnete Peygamberimizin (asm) yaptıkları, ibadetleri ve davranışları demişler ve bunu da üçe ayırmışlardır. Birincisi, Peygamberimizin (asm) beşer olarak yaptığı insanî davranışlarıdır ki bunlar da yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi fiillerdir. Bu konuda Peygamber’e (asm) uymak “adab ve ahlâk” bakımından uymaktır demişler ve “Fazilet” olduğunu belirtmişler ve böylece âdetlerin ibadetlere dönüşeceğini ifade etmişlerdir. Bu kısım dinin “ahlâk ve adab” kısmını teşkil etmiştir. İkincisi, Hz. Peygamber’in (asm) kendisine has olan âdetleridir ki, gece farz olarak teheccüd namazını kılması gibi özel hâlleridir. Üçüncüsü, Hz. Peygamber’in (asm) “teşriî” yani hüküm koyma yönüdür ki, bu hususta koyduğu hükümlere hem kendisi hem de ümmetinin uyması şarttır. Namaz kılması, haccetmesi ve oruç tutması gibi ibadete ve hukuka ait konulardır. Bu hususta Peygamber’e (asm) farz olan ümmetine farz, vacip olan ümmetine vacip ve caiz olan hususlar da ümmetine de caizdir.
SÜNNET-İ SENİYYENİN EHEMMİYETİ M. ALİ KAYA