Şu kudsî Kur’ân, iman ve İslâmiyet hizmetinde hademelik dâvâsında bulunan insanların en belirgin özellikleri elbette ve elbette ihlâs, uhuvvet, hamiyet, şevk ve ümid olmalıdır…
Ve özellikle de şevk kırıcılıktan, ümitsizlikten, tembellikten ve de ihlâsa mugayir hal ve hareketlerden fersah fersah uzak olunmalıdır ve kaçınılmalıdır...
Hususan ferdiyetçilik, şahısçılık; “ben bilirim, ben anlarım, ben yaparım, ben olmazsam bu işler yürümez, ben, ben benlerden…” katiyyen uzak durulmalı ve çok dikkatli bir şekilde hareketlerimiz ve fiillerimiz kontrollü yapılmaya çalışılabilmelidir…
İnsan, özellikle de hizmet insanı hayalleriyle, ümidleriyle; gerçekleri, hakikatları asla karıştırmamalıdır… Her şeyiyle hakikatler başkadır, hayaller başkadır… Ve emek sarfedilmemiş, fiilî bir çalışmaya muhatap olmamış bütün düşünce, fikir ve görüşler ise daima hayal saltanatının merdivenleri olmuştur…
Sahip oldukları fikirlerle gerçek manada yapılabilecek işler için delilli ispatlı olarak kendilerini ikna edebilmiş ve bir kanaat oluşturabilmiş insanlar; başkalarını da hakikat ve gerçekler için ikna ederek yönlendirebilirler ve fiiliyata geçirebilirler.
Kudsî iman, Kur’ân ve İslâmiyet hizmetleri noktasından artık; şahsî, indî ve taraflı görüşler, düşünceler, fikir ve anlayışlar sınıfta kalmışlardır… İkmal imtihanlarına bile alınamıyorlar…
Demek ki, hizmet etme gayesinde bulunanlar konjonktüre göre hareket etmemelidirler… Taraflar teşkil etmemelidirler… Bir tarafın içerisinde yer almamalıdırlar… İnkârcı ve yobaz, bağnaz fikir ve düşüncelerin peşine düşmemelidirler… Hayalperestlerin peşine ise hiçbir zaman takılmamalıdırlar… Yalnız ve yalnızca Hakk’ın, hakikatin, doğrunun ve gerçeklerin yanında yer almalı ve bunlara göre de hareketlerinin yönünü tayin edebilmelidirler…
“Hak aldanmaz… Hakikatbîn aldatmaz…” bu zamanın hizmet adamlarının önemli bir düsturu ve vazgeçilmez bir prensibi/kuralı olmalıdır…
Birbirini kontrol etmek her türlü kontrolün üstündedir… O zaman kişiler, fertler, bireyler değil; hizmet noktasında daima şahs-ı manevî hükümferma olmalıdır. Şahs-ı Manevî çadırının altına ise ancak ve ancak “bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritebilen…” ihlâslı hizmetkârlar girebilirler…