Bir mehaza, bir kaynağa, bir delile dayanmayan görüşler, fikirler varsayımdan, teoriden öteye geçemezler. Velev ki bir delil, kaynak ve mehaz da olsa daima her fikir, her tez, her görüş ve delillerin tamamı ispat edilebilir olmalıdır. Yahut ispat edilebilmelidir. En iyisi de ispat edilmiş olmasıdır.
İdare-i maslahatçıların kaynağa, delile ihtiyacı yoktur. Hayalî ve ufuksuz olarak herkesi ikna edebilirler, daha doğrusu aldatabilirler, kandırabilirler.
Varsayımcılar için ise zaten bütün fikir ve görüşler hedefe varmış, hatta dönüş bile yapmışlardır. Çünkü bütün görüş ve fikirler için ne hesap-kitap var ne de bu hesapsız atış ve tutuşun yapılabilecek sağlaması vardır. Bütün fikir ve görüşlerin çıkışı ve neticesi iki kelime: “Öyle zannediyorum, öyle sanıyorum!”
Bu zamanın hakikattar adamları, kudsî hizmet elemanları gerçekçi olmak ve hakikatın hakkıyla, haklı olarak fikir, görüş beyan edebilmeli, konuşabilmeli ve söyleyebilmelidirler. Çünkü doğru, sadık, gerçek, hakikattar bir görüşün, fikrin, beyanın yalana, hayale, kandırmacaya, şaşırtmacaya ve varsayımlara ihtiyacı yoktur.
Hak haktır, küçüğü, büyüğü, eğrisi, büğrüsü olmaz. Hakikatler hayallerle ve varsayımlarla değişmezler. Hakikatperest adamların en iyi yapacağı iş hiçbir hayalî, hurafeli, sahte görüş ve fikre, beyana hayatlarının hiçbir safhasında yer vermemeleri olacaktır.
Hakikati hayalle kıyaslayan daima yanılır. Hakikî bir görüş ve fikre sahip olmayanlar ancak varsayımlar ve “cek, cak”larla konuşurlar ve evvelâ kendilerini aldatırlar, kandırırlar.